İSLAM NASIL “CAHİLİYE”YE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

ERHAN AKTAŞ

VAN 5.07.2014 13:22:50 0
İSLAM NASIL “CAHİLİYE”YE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Tarih: 01.01.0001 00:00
Cahiliye, Kur’an’ın Arap toplumunun İslam öncesi dönemine ilişkin yaptığı bir tanımlamadır.  Kur’an’ın yaptığı bu  tanımlama, cahiliye sözcüğün birkaç anlamından biri olan bilgisizlik, bilimsizlik, okur yazarsızlık ve görgüsüzlük anlamında bir tanımlama  değildir. Kur’an’ın söz konusu ettiği Cahiliye, Arap toplumunun karakteristik yapısını da yansıtan, onların yaşam biçimini, zihin dünyasını, inanç ve düşünce yapısını ifade etmektedir. Cahiliye sözcüğünün yer aldığı ayetlere bakıldığında  “Cahiliye”nin   bu anlamda kullanıldığı görülmektedir. Kur’an,  Cahiliye sözcüğünü küfür sözcüğü ile eş anlamlı olarak nitelendirmektedir.   Kur’an’ın bir çok konu ile bağlantılı olarak sık sık yinelediği küfür sözcüğü,  aslında Cahiliye’yi en kapsamlı şekilde  tanımlayan bir sözcüktür. Kur’an Cahiliye’yi nasıl İslam’a dönüştürdü? Kur’an, muhatap aldığı toplumun dili ile gönderildi. Böyle olunca doğası gereği  Kur’an’da yer  alan sözcüklerin  tamamına yakını,Cahiliye toplumunun kullandığı sözcüklerden oluşmaktadır. Vahyin Cahiliye’yi  İslam’a dönüştürürken baş vurduğu en önemli argümanlardan biri,  muhatabının kullandığı sözcüklere yeni anlamlar yüklemsidir.  Vahiy, özellikle itikada konu olan sözcüklerin tamamına yeni anlamlar yükledi.  Sözcüklerdeki bu anlam değişikliği ile muhatabın zihin ve düşünce yapısında değişiklik sağlandı. Zira zihniyet değişikliği sağlanmadan hiçbir değişikliğin gerçekleşmesi söz konusu olamazdı.  Çağrısını zihniyet değişikliği üzerine kurgulayan vahyin, sözcüklerde yaptığı anlam değişikliği, muhatabının  düşüncesini ve anlayışını yeniden şekillendirdi.   Bu şekillenmenin muhatapta sağladığı aklını kullanma, analiz ve değerlendirme yapma sayesinde, muhatap doğru yolu buldu. Cahiliye’nin devre dışı bıraktığı aklın yeniden devreye girmesiyle insanlar gerçeğin farkına vararak tercihini İslam’dan yana yapmaya başladı. Cahiliye toplumunda da Allah, din, salat, zikir, Rabb, kerim, takva, veli, sabır, ihsan, tezkiye  gibi  önemli anlam derinliğine sahip yüzlerce kavram biliniyor ve kullanılıyordu.   Vahiy, kendi sistematiği içinde ve bağlamına uygun olarak bu kavramlara yeni anlamlar yükledi. Sözcüklere yüklediği bu anlamlarla insanın yönünü şirkten tevhide, zulümden adalete, batıldan hakka, kısaca söylenecek olunursa, Cahiliye’den İslam’a çevirdi. Kastımızın daha iyi anlaşılması için bir iki  sözcük üzerinden örnek vermekte yarar var. Örneğin ilah sözcüğü. Cahiliye prestij ettiği, kutsadığı, üstün nitelikleri olduğuna inandığı   yüzlerce varlık için ilah sözcüğünü kullanıyordu. Kur’an, bu sözcük üzerinden Cahiliye’nin bütün ilahlarını ret ederek, onların basit ve yaratılmış varlıklar olduğunu; ilah’ın bir tek ilah  olduğunu ve bu ilahın eşinin ve benzerinin bulunmadığını, bunun bütün varlıkların yaratıcısı ve yaşatıcısı  olan Allah olduğunu söyledi.  Vahye göre tek ilah olan Allah üzerinden öyle bir inanç oluşturuldu ki anlamını ondan almayan her inanç sapkınlık ve şirk olarak görüldü.  Her şeyin anlamını ondan aldığı, onunla anlam bulduğu bu tek ilah olan Allah, inancın ve düşüncenin merkezinde yer alan yegane varlık oldu. Keza Kur’an’da yer alan sözcüklerin tamamı bağlı oldukları anlam örgüsü içinde anlam olarak Allah sözcüğünün anlamına bağlı anlamlandırıldı.   Muhatabın zihin dünyası buna göre yeniden şekillendi. Örneğin, Allah’a ait bir özelliği başka varlıkta görmeye şirk dendi. Ve şirk en büyük zulüm olarak görüldü. Yine örneğin, takva sözcüğü; bu sözcük, Cahiliye’de insanın veya hayvanın kendisine yönelen tehlikeyi önlemek için aldığı önleme, tehlike ile kendi arasına koyduğu engele denmekteyken, Kur’an, takvayı, insanın ilahi azapla kendisi arasına, kendisini ilahi azaptan  koruyacak iman ve salih amel olarak tanımladı. Yine,  Kur’an,  bünyesinde yer alan  sözcüklere  kendi aralarında anlamsal bağlılık ve tutarlılık kazandırdı. Bu örgü içinde yer alan her bir sözcük isim olarak aynı kalmakla birlikte nitelik ve içerik olarak kendisini bu yapıya göre yeniden üretti. Konuyu pekiştirmek için bir örnek daha verecek olursak, örneğin kerim sözcüğü. “Bu sözcük, Cahiliye’de aşırı cömert olanlar için kullanılıyordu.  Bu kimseler, kendilerini muhtaç duruma düşecek kadar sahip oldukları malın tamamını başkasına ikram ediyorlardı. Ve bu onları kabilenin en cömert kişisi yani en kerim kişisi olarak en şerefli kimse yapmaktaydı. Hucurat suresinin on üçüncü ayetinde de ifade edildiği gibi vahiy, kerim olmayı, yani şerefli olmayı takvaya bağladı; şeref cömertlik ile değil, takva iledir dedi.” İslam nasıl Cahiliye’ye dönüştürüldü? Tek cümle ile ifade edersek, bu, İslam inancını oluşturan kavramlara yeni anlamlar yüklenerek yapıldı diyebiliriz. Yoksa Cahiliye’nin sinsice İslam’ın yerini alması, İslam’ın kavramlarının içi boşaltılmadan diğer bir deyimle bu kavramlara yeni anlamlar yüklenmeden asla mümkün olamazdı. Çok erken sayılabilecek -İslam’ın ilk dönemden hemen sonraki- dönemde, bir yandan İslam’ın iktidarı yerine kendi iktidarlarını kurmak isteyen ehl-i saltanatın, saltanatına meşruluk kazandırmak isteği,  diğer yandan din üzerinden kendilerine bir yaşam oluşturmak  isteyenler; ve diğer bir yandan da İslam’ın sınırlarını genişletmesiyle yeni uygarlıklarla iç içe geçmenin sonucu oluşan kültürel etkilenme ile Kur’an’ın sözcüklerinin içi boşaltılarak onlara konsepte uygun yeni anlamlar yüklendi. Bu yapılırken sözcüklerin yalnızca içerikleri değiştirildiğinden halk bu değişikliği algılayamadı.  Kur’an’da yer alan sözcüklerin kendilerine dokunulmayınca, İslam Cahiliye’ye dönüştürüldüğü halde, halk Cahiliye’yi İslam diye sahiplenip yaşamaya devam etti. Bir yandan,  Allah’ın yanı sıra yeniden bir çok ilah ve rabb edinilirken,  diğer yandan da Müslüman(!) kalınmaya devam edinildi.  Gelinen noktada, Kur’an’ın İlah’ı ile Müslüman’ın(!) kafasındaki ilah aynı ilah olmaktan çıktığı halde,  yine de kendilerini İslam’a nispet etmeye devam ettiler. Kur’an’ın Rabbı’nın yerini üstatlar, şeyhler, hoca efendiler, ağabeyler, alimler, fakihler, mezhepler, tarikatlardan oluşan yeni rabb’ler aldı. Bu yeni rabler, rablıklarını, Kur’an’da yer alan alim, ilim, takva, veli, evliya, murşid, zikir ve benzeri sözcüklerde yaptıkları anlam değişikliği ile  rablıklarını  İslam adına meşrulaştırdılar. İslam’ın sözcüklerinde yapılan bu anlam değişikliği neticesinde, ehl-i sünnet denilen saltanat teolojisi ile ehli şia denilen imamet mitolojisinin, İslam diye sundukları dinine inan ve onu yaşayanlar;  İslam adı altında küfre,  tevhid  adı altında şirke dönüşmüş bir dini, din diye yaşamaya başladılar. Kendilerini ehl-i sünnet ve ehl-i şia olarak tanımlayanların kabullerine göre İslam’ın temel kaynakları olarak inançlarını oluşturan   hadis, tefsir ve siyer gibi kaynaklar, Kur’an’ın küfür ve şirk olarak tanımladığı sapkınlarla dolu. İnsanların kendi yanlarından uydurdukları bu sapkın ve çarpık bilgiler, hurafeler İslam’ın kelimelerinin içinin boşaltılmasında ve anlamlarının değiştirilmesinde yararlanılan önemli bilgi kaynaklardır. İslam’ın Cahiliye’ye dönüşmesi, şirk dini tasavvufun bile İslam diye kabul görmesi büyük ölçüde bu kaynaklarda yer alan bilgilere dayanmaktadır. Örneğin, Kur’an, dinde şari olanın yalnızca Allah olduğunu söylerken bu kaynaklar Allah’ın yanı sıra nebi efendimizi ve müctehid denilen kimseleri  de şarî sayarak şirke düşmektedirler. Kur’an, gaybı yalnızca Allah’ın bildiğini söylerken bu kaynaklara göre nebi efendimiz başta olmak üzere Allah’ın bir çok veli kulu(!) da gaybı bilmektedir.  Keza, Ehl-i Sünnet olarak tanımlanan ve dört hak mezhep diye bilinen ekoller,  Kur’an’a göre kesinlikle olmayan şefaatin hak olduğunu ve bunu inkar edenlerin kafir olacağını söylemektedirler. Yine günümüzde taraftarlarınca “hoca efendi” olarak isimlendirilen ve her sözü hüccet olarak kabul edilen  Fetullah Gülen, bu kaynaklara dayanarak Kur’an’da muhkem ifadelerle babasız olarak yaratıldığı belirtildiği halde  Hz. İsa’nın babasının nebi efendimizin olabileceğini söyleyebilmektedir. Gülen, Meryem suresi 17 ayetinin tefsirinde şunları söylemektedir: “Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, Biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü.” (Meryem sûresi, 19/17) “Acaba ne idi bu ruh? Hemen büyük çoğunluğu itibarıyla bütün tefsirler, âyet-i kerimedeki “…ruhumuzu gönderdik…” diye belirtilen ruh’un Cebrail (aleyhisselâm) olduğunu ifade etmektedirler. Ne var ki burada Kur’ân “ruh” tabiri kullanıyor; ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise ihtilafın çerçevesini aşkındır; hatta Efendimiz’in ruhunu içine alacak kadar da geniştir. Evet bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helâl olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi, zira O bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu.[6] Bu açıdan da “ruh”un Efendimiz’in ruhu olabileceği de ihtimal dahilindedir. Ancak bu kat’î değildir, sadece bir ihtimaldir. İhtimaller ise delillerle takviye edilecekleri ana kadar kat’iyet ifade etmezler.”  (M.FetullahGülen – Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar – Nil Yayınları –Sh:264) [5]“Temiz kadınlar temiz erkeklere yakışır.” (Nur sûresi, 24/26.) [6] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebir, 8/258. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: kıyamete değin sahibi tarafından koruma altına alınan, lafız olarak hiçbir sözcüğüne dokunulamayan Kur’an apaçık olarak elimizde olmasına rağmen;  yaklaşık on dört asırdır İslam diye  cahiliyenin  oluşturduğu ve adından başka İslam’la hiçbir ilişkisi bulunmayan hurafe külliyatının belirlediği bir  dini yaşayanlar şunu bilmeliler ki; yaşadıkları din İslam değil, atalarının dinidir. - İKTİBAS..