SÜNNETULLAH

Mutluluk, Sünnetullah’a uygun hareket etmektedir.

VAN 6.11.2014 10:27:08 0
SÜNNETULLAH
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Allah’ın kimsenin değiştirmeye kadir olmadığı kanunları (sünneti) bulunduğu gibi, uyup uymamakta ve sonucundan da sorumlu tutmaya kararlaştırdığı kanunları da vardır ve biz Kur’an’ın ifadesi ile bunlara ‘Allah’ın hükümleri’ diyoruz. Arapça da şeriat (umumî yol, ana cadde) anlamına gelen tabir de bu manayı ifade etmek üzere çok eskiden beri kullanılmaktadır. İşte Allah’ın hükümleri, insanlar arasında geçerli olsun, insanlar müşkillerini onlara göre çözümlesinler için gönderilmiştir. Kur’an böyle söylemektedir. Bu hükümlerin insanlar arasındaki geçerliğini kabullenmemek, kişinin şahsı ve ait olduğu toplum için geçerlikten kaldırmak da bir Sünnetullah’ı beraberinde getirmektedir.   Tekrarı ile adet haline getirilmiş, aynı konudaki aynı davranışlara ‘sünnet’ denildiğini biliyoruz.

Kimi sünnet hiç terk edilmez, hep işlenirken, kimi zaman zaman işlenmekte, kimi de işlenmesi işlenmemesinden daha az bulunmaktadır. İyi bir davranışın sünnet (adet) haline getirilmesi gibi, kötü bir davranışın da sünnet (adet) halini aldığını biliyoruz. Gerek ferdin, gerekse bir toplumun adetleştirdiği davranışlara sürekliliği bakımından sünnet deniliyor. Bizim burada konumuz Allah’ın adetleştirdiği işleridir. Bu işler insan, hayat ve kainatın yaratılışından yaratılanlara verilen özelliklere (eşyanın kaderi), yarattıklarını tabî kıldığı kanunlardan ve bu kanunları eşyanın üzerinde hüküm sürer şekilde yaratmasına kadar tüm eşyayı kapsayan genişliktedir. Diğer yandan insan hilkatinin en güzel şekilde yaratılmış ve yaratılmaya devam edilmekte oluşunu adet (sünnet) haline getiren Allah, insanlar arasındaki ilişkileri, insanlara gönderdiği peygamberlere verdiği talimatta edindiği adetleri, insanların peygamberleri kabul veya reddetmekte edindikleri adetleri ve peygamberlerin adet (sünnet)lerini Kur’an’da sıkça tekrarlamaktadır.

Allah’ın kanunları anlamına gelen Sünnetullah’ın değiştirilmesinin, onda bir değişiklik bulunmasının mümkün olmadığını, Kur’an’da Allah söylemektedir. Bunu defaatle tekid eden ayetlerde: «…Bizim kanunumuzda (sünnetimizde) bir değişiklik bulamazsın.» (17 İsrâ 77), «Allah’ın kanununu değiştirmeye (imkan, yol) bulamazsın.» (33 Ahzab 62), «Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın; Allah’ın kanununda bir sapma bulamazsın.» (35 Fatır 43), «Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın.» (48 Fetih 23), «Fakat hışm (kızgınlık)ımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı.
(Bu) Allah’ın, kulları hakkındaki eskiden beri yürürlükte olan kanunudur.» (40 Mü’min 85) buyuran Allah, kendisinden bir cezalandırma gelmedikçe insanların çoğunun inanmadığını, O’nun hışmını takiben de inanmanın inananlara bir fayda sağlamadığı (inanmışlar gibi muamele görmeye hak kazanmadıklarını, bunun ise Allah’ın bir sünneti olduğunu anlatmaktadır. Allah’ın kendisi için kanun edindiği, adet haline getirdiği işlerinin değişmediğini, değişmeyeceğini bilmekteyiz. Eşyayı gereğince tanımak, ondaki özellikleri bilmektir. Eşyanın tabî bulunduğu kanunları bilmek Allah’ın eşya ile ilgili sünnetlerini bilmektir. Bu sünnetlerin bilinmesi müşkillerin çözülmesini kolaylaştırır, eşyayı ve olayları gerçeklerine uygun izahlara kavuşturmayı mümkün kılar.

İnsan fıtratını tanımak, insanı tanımayı mümkün kılar. İnsanları ve aralarında cereyan eden ilişkileri, bunların tabî bulunduğu kanunları bilmek insanı izah etmeyi, insanlar arasındaki iş ve ilişkilerin açıklanmasını mümkün kılar. Kendi cinsinin, başından bu yana yapa geldiklerini, yapmayı adet edindiklerini tanımak, tarihte geçen olayları açıklamayı kolaylaştırırken, günümüz ve gelecekte de olacakların aynı sünnet üzere cereyan edeceği konusunda insanın ufkunu aydınlatır, ona takib edeceği yolu gösterir.

Sünnettullah’ın bilinmesi eşyaya tealluk eden yanıyla eşyayı tanımayı ve ondaki özellikleri öğrenerek eşyadan gereğince yararlanmayı sağlarken, insana tealluk eden yanıyla da insanı tanımayı, insanları tanımayı ve insanlar arasında cereyan eden ve edecek olayları açıklamayı kolaylaştırır. Allah insanın günahlarını bağışlamak istiyor ve «Allah size (helal ve haram) olanı açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına (sünnetlerine) iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah bilendir, hikmet sahibidir» (4 Nisa 26) buyuruyor. Adem(a.s.)’den bu yana Allah’ın kendisi için adet (sünnet) edindiği yol budur: insanlara doğruyu ve eğriyi (helal ve haramı) bildirmek ve onların bağışlanmalarına yol hazırlamayı diliyor. Bu dileğini de başından beri gerçekleştirerek insanlara katından bağışlanmalarına yol açacak bildirimlerde bulunuyor, peygamberler gönderip onlarla açıklatıyor gönderdiklerini. Peygamber göndermek Allah için bir sünnettir.

Her kavme içinden seçtiği insanlarla emir ve nehiylerini bildirmek, bunları açıklamak ve peygamber göndermedikçe de sorumlu tutmamak (tebliğin ulaşmadığını sorumlu tutmamak ya da sorumlu tutmak için her kavme peygamber göndermek şeklinde kapsamlı düşünülmeye müsait şekilde nazil olmuştur bu konudaki ayetler) yine Allah’ın kendisine sünnet edindiği bir iş olmuştur. «Yeryüzünde büyüklük taslama ve kötü tuzak kurma. Kötü tuzak ancak sahibine dolanır (bu bir Sünnetullah’tır).

Onlar, öncekilerin kanunun (tabi oldukları kanun)dan başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın; Allah’ın kanununda bir sapma bulamazsın» (35 Fatır 43) ayetinde büyüklük taslamanın ve kötü tuzak kurmanın haram olduğu (Allah’ın razı olmadığı işler olduğu) belirtiliyor ve bu tür işlerle ilgili Allah’ın kanununun (adetinin, sünnetinin) kurulan kötü tuzağın sahibinin ayağına dolanacağı şeklinde sonuçlanacağı (bunun takdir edilmiş olduğu), böyle sonuçlanmanın kanun, sünnet olduğu belirtiliyor.

Böyle yapanların, kendilerinden önce de böyle yapanların başlarına gelenden başkasının mı başlarına gelmesini beklediklerini, bunu beklememelerini, zira bu konudaki kanunun daha öncekilere şamil olduğu gibi, kendilerini de kapsamına aldığını açıklamaktadır Allah. Büyüklük taslayan ve kötü tuzak kuranların böyle yaptıkları (bu kötü işleri yaptıkları) halde diğer taraftan da tuzaklarının ayaklarına dolaşmamasını nasıl umabildikleri, ummaları için bir yol bulunmadığı, zira böyle yapanların başı boş bırakılmadıkları, tuzaklarının mutlaka ayaklarına dolaştığının genel geçer kanun olduğu tekrar edilmektedir. Başkaları için tuzak kuranların kendileri için tuzak kurulmayacağını ummaları için bir yol (Allah’ın kanununda bir yol) bulunmadığı yinelenmektedir.
İnsan, başkaları için düşünebildiği iyiliği genelde kendisi için de düşünebildiği halde, kötülüğün karşılığını (kendi başına da aynısının geleceğini) beklemeye, düşünmeye bir türlü yatkın davranmamaktadır. İnsan, lehine olan kanunların işlemesine hep istekli bulunduğu halde, yaptıklarından ötürü aleyhine işleyecek olan kanunların işlemesine hiç istekli değildir. Hatta aleyhine olanların işlemesini istememektedir. İnsan, daha öncekiler için işlemiş olsa da böylesi kanunların kendisi için geçerli olduğunu ve hükmünü kendisi için de geçerli kılmaması için hiçbir sebep bulunmadığını kabule yatkın değildir.

İşte bundandır ki aleyhine olan işlerde devamlı olarak Sünnetullah’da bir değişiklik ummuş ve yaşadıkça da umacaktır. Bir yandan günah işleyecek, diğer yandan Allah affeder diyebilecektir. Elbette Allah kullarını bağışlamak istiyor. Lakin O’nun bağışlayıcılığının da yine Kendisi tarafından belirlenmiş kanunları bulunduğunu düşünmeye meyyal değildir insan ve lehine olanlar için bu kanunların geçerliğini hep ister ve beklerken, aleyhine olanlar için hiç de istekli değildir. «Kendilerine hidayet geldiği (doğru yol gösterildiği) zaman insanları inanmaktan ve Rabb’lerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak evvelkilere (ait) âdet (sünnet)’in, kendilerine de gelmesi(ni) yahut azabın açıkça karşılarına gelmesi (ni beklemeleri)dir.» (18 Kehf 55) Açıkça ifade edildiği gibi insan, aleyhine olanı, kendi cinsinden olanlara geldiğini bildiği ve kendisine bildirildiği halde bizzat kendisinin de başına gelmedikçe gelmesi mukadder (takdir edilmiş, sünnet edinilmiş) olduğunu kabule yanaşmamaktadır.

Örneğin yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmanın karşılığı Sünnetullah’da çetin bir azab olduğu, bu durumda bulunan herkesi bu sünnetin kapsamına aldığı bilindiği halde, insan zayıflığı sonucu hevasının etkisi ile kendisi hakkında bu kanunun işleyeceğinden ziyade işlemeyeceğine hep daha yatkın bulunmuştur. Bu gerçek, ayetin ifade tarzından rahatlıkla anlaşılmaktadır. Allah’ın kaçınmamızı istediklerinden kaçınmayanlardan razı olmaması nasıl O’nun sünneti ise, yapmamızı istediklerini yapmamızdan da razı olması yine O’nun sünnetidir. «Eğer vazgeçerlerse, geçmişteki (günahları) kendilerine bağışlanır » (8 Enfâl 38) diye hitab edilenler inkar edenler topluluğudur. Yani onlara «Vazgeçenlerle ilgili Sünnetullah» açıklanmaktadır, ki sonuçta (ahirette) Allah’a söyleyecek bir sözleri, ileri sürecekleri bir mazeretleri kalmasın. Evet, Allah ayetlerini böylece açıklamaktadır. «Allah’ın öte (başın) den beri süregelen (sürekli olan) kanunudur bu.» (48 Fetih 23) diye tekid olunan kanunlar genel geçerdir ve her topluluk için hükmünü yürütürler. Allah tarafından açıklanan konuları kapsayan bu kanunların geçerliği, kimse tarafından değiştirilemez. Zira O hükümde üstün olandır.
Allah’ın kimsenin değiştirmeye kadir olmadığı kanunları (sünneti) bulunduğu gibi, uyup uymamakta ve sonucundan da sorumlu tutmaya kararlaştırdığı kanunları da vardır ve biz Kur’an’ın ifadesi ile bunlara ‘Allah’ın hükümleri’ diyoruz. Arapça da şeriat (umumî yol, ana cadde) anlamına gelen tabir de bu manayı ifade etmek üzere çok eskiden beri kullanılmaktadır. İşte Allah’ın hükümleri, insanlar arasında geçerli olsun, insanlar müşkillerini onlara göre çözümlesinler için gönderilmiştir. Kur’an böyle söylemektedir.
Bu hükümlerin insanlar arasındaki geçerliğini kabullenmemek, kişinin şahsı ve ait olduğu toplum için geçerlikten kaldırmak da bir Sünnetullah’ı beraberinde getirmektedir. Bu Sünnetullah da Allah’ın hükümlerini terkeden, şahsî ve toplumsal hayatını düzenlemesine son verenler için Kur’an’da ‘Fasıklar’ (5 Mâide 47), ‘Zalimler’ (5 Mâide 45) ve ‘Kafirler’ (5 Mâide 44) denmektedir. Zalim, Fasık ve Kafirler için hazırlanan yerin de ateş olduğu bildirilmektedir. Yani kim fısk, zulm ve küfr içinde (halinde) bulunursa, bunlarla ilgili Sünnetullah ‘Allah’ın Azabı’nın onları bulmasıdır. Allah’ın sünnetinden kaçış yoktur. Kimi sünneti (örneğin güneşi bulunduğu yerden başka bir yere taşımak gibi) değiştirilemez iken, kimi sünneti de (örneğin insanlar arasında hükmedilsin diye gönderdiği hükümlere uymak veya terk etmek) insanlar tarafından uyup uymamakta müdahale edilmeyen, lakin uyana mükafat, uymayana azab ulaştırmayı vaad eden türdendir. Kimi sünnetine uymanın ya da uymamanın sonucu hemen görülür iken, kimi sünnetine uyup uymamanın sonucu imhâl edilmiştir (sonraya bırakılmıştır). Allah’ın dinde kullarına kolaylık dilemesi, gönderdiği dinin insan fıtratına uygunluğunun, uyarlığının ifadesidir. Sünnetullah’ı bilmek ve ona uygun hareket etmek yaşamı kolaylaştırırken, ona aykırı hareket etmek yaşam ve yaşam sonrasını zorlaştırmaktır. Mutluluk, Sünnetullah’a uygun hareket etmektedir. .iktibasdergisi