Tevhid İddiası Ve Biz Müslümanlar

Abdulhakim Beyazyüz, bu haftaki Cuma hutbesinde “Lailahe İllellah İddiası Ve Biz Müslümanlar” konulu bir konuşma yaptı.

VAN 29.09.2014 09:29:48 0
Tevhid İddiası Ve Biz Müslümanlar
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Abdulhakim Beyazyüz hocamızın hutbesinin ses kaydını site okurlarımız için çözümledik.

***

LAİLAHE İLLELLAH İDDİASI VE BİZ MÜSLÜMANLAR

“Andolsun ki biz her ümmete ‘Yalnızca Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının’ diye (söylemeleri için) elçiler gönderdik.”(Nahl; 36)

Aziz mü’minler;

Bugünkü hutbemizde inşallah “Lailaheillallah”ın üzerinde durmaya çalışacağız.

Bildiğiniz gibi Rasulullah efendimiz (s) birçok hadis-i şerifinde “Lailahe illallah deyin, kurtuluşa erin!” diye buyurmuştur. Lailahe illallah davası, bütün peygamberlerin gönderiliş davasıdır. Okuduğumuz ayet-i kerime de zaten bunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bütün peygamberlerin gönderiliş amacı “Lailaheillallah”tır. Bu, Allah’tan başka ilahın olmadığı, tağutların reddi ve ilah olarak sadece Allah’ın kabul edilmesi meselesidir. Tarih boyunca Allah’ı inkâr etme olayı çok çok düşük düzeylerde kalmıştır. İnsanların sapmasına yol açan unsurların başında yüzde 99 oranıyla şirk gelmiştir. İşte bundan dolayıdır ki Rasulullah efendimiz (s),“Lailahe illallah deyin, kurtuluşa erin!” diye buyuruyor. Çünkü o, rabbinin kendisini terbiyesinden, insanoğlunun en büyük sıkıntısının Allah’ı inkar değil, ona ortak koşma sorunu olduğunu çok iyi biliyordu.

Aziz mü’minler;

Bu nedenle bizler de Lailaheillallah’ın içerdiği anlamın üzerinde ehemiyetle durmalıyız.”Lailahe”, “Hiçbir ilah yoktur”; “illallah”, “Ancak Allah vardır.” Arapça lailahe illallah cümle kalıbı içerisinde hazfedilmiş(gizlenmiş) “mevcut” sözcüğü vardır. Bu durumda “Lailahe mevcudun” (hiçbir ilah mevcut değildir), “illallah” (ancak Allah vardır) şeklinde anlamak gerekiyor. Şüphesiz bu cümleyi doğru bir şekilde kavramak için “ilah”ın ne anlama geldiğini bilmek de gerekmektedir. “Lailahe illallah” (Allah dışında hiçbir ilah yok, ancak Allah vardır!) derken şayet bunun anlamını bilmezsek, bu ifadeyi tekrarlamanın çok da bir anlamı olmayacaktır. Şunu iyi bilmemiz gerekir ki, bir varlığın “ilah” olabilmesi için, Vahyin net şekilde ortaya koyduğu gibi onun yaratıcı, her şeyi bilen, her şeyin maliki,  her şeye güç yetirmesi, her işinde mutlak anlamda adil olması, kullarından hangisinin hidayeti ve hangisinin delaleti hak ettiğini bilerek onlar hakkında hakkaniyetle hükümde bulunması gerekmektedir. Nitekim rabbimiz de ilahlık veya hükmetme yetkisi bağlamında bunları delil göstererek şöyle buyurur; Onların yaratma güçleri mi var ki, hükmetme yetkileri olsun?“Aklınızı başınıza alın! Yaratma olduğu gibi hükmetme de yalnızca O’na aittir.”(Araf; 54) Mülk kime ait ise tasarruf yetkisi de ona aittir.  Açıktır ki mülk de iğneden ipliğe ona aittir. Dolayısıyla“İnil hukmu illa lillah” (Hüküm -başkasının değil- ancak ve ancak Allah’ındır.)(Yusuf; 40) Bu nedenle “Lailahe illallah”ifademizin anlam kazanabilmesi için ilah olmanın özelliklerini iyi bilmemiz gerekiyor.“Lehumulku’s-semavative’l-ard” (Göklerin ve yerin mülkü O’na aittir.); “Velemyetteğizuveleda” (Asla hiçbir evlat edinmemiştir.); “Velemyekunlehuşeriykunfi’l-mulk” (Mülkte hiçbir ortağı yoktur); “Ve halekekulle şeyin” (Her şeyi yaratmış); “fe kadderehutakdiyra” (Ve hepsinin yolunu tayin etmiş, nizamını takdir etmiştir). (Furkan; 2) Her şey O’nun nizamı çerçevesinde hareket ediyor. Öyle ki, İnsanın sınırlı oranda O’nun yolundan çıkabilme gücü dahi O’nun takdiridir. Bunu için “Özgürlük insanın kaderidir.” Diyoruz. Allah insana özgürlüğü kader kılmıştır. Kendi iradesiyle tercihte bulunabilmesi için onu bu özellikte yaratmıştır. Ama bir sınır koymuştur. İnsan uçsa da kaçsa da Allah’ın kabzasından kurtulamaz. Deyim yerindeyse 200 yıldan fazla yaşayamaz. O’nun takdir ettiği anne-baba dışında kimsenin çocuğu olamaz. O’nun takdir ettiği mekânın dışında başka bir yerde doğamaz. Oksijensiz yaşayabilme imkânına sahip olamaz vs…

Evet, ilah olmanın gerektirdiği özellikleri bilmek zorunlu ama yeterli değildir. İlah olmanın anlamını bilmemize ve  Lailahe illallah şehadetinde bulunmamıza rağmen, bunun gerektirdiği teslimiyeti ortaya koymazsak, gerçek anlamda “lailahe illallah” demiş olmayız. Çünkü “lailahe illallah” şehadetinin ahirette bizi kurtarması, ancak uluhiyetin özelliklerini bilmemiz, bu özellikleri sadece Allah’a has kılmamız ve sonra da bunu gönülden kabul edip, irademizi bu Yüceler Yücesine teslim etmemizle mümkündür. Şunu yine bilmeliyiz ki; uluhiyetin özelliklerini bilsek ve bunları iddiada Allah’a has kılsak, ama sonra da ticaretimizde ahde vefasızlık yapsak, mal yığsak, Allah’ın hükümleri dışında başkalarının hükmünün peşinde koşsak, makamımızı araçtan çıkarıp amaca dönüştürerek onu putlaştırsak ve hayatımızı buna göre düzenlesek, çoluk çocuğumuzun rızkını temin etmek adı altında Allah’ın çizdiği sınırlara riayet etmezsek; rızık korkusuyla mal yığarsak, tağutlara boyun eğersek, Allah’ın koyduğu yasakları çiğnersek Allah bizden “lailahe illallah” şehadetini kabul etmeyecektir. Çünkü pratik teoriden daha güçlüdür. Sizin fiiliniz açıkça Allah’ı dikkate almadığınızı ortaya koyarken sizin sözünüzü kimse dikkate almayacaktır. Dikkat edin şeytan da bütün bu özelliklerin Allah’a ait olduğunu biliyor ve bundan dolayı başkasına değil Allaha yönelerek; “Ey rabbim! Beni ateşten, onu ise topraktan yarattın” diyerek yaratıcısının o olduğunu ikrar ediyor ve ahiret gününe kadar, kendisine mühlet vermesini de ondan istiyordu. Ama bu bilgi ve ikrar onu asla kurtulanlardan olmasını sağlayamıyordu. Zira bu bilgi ve ikrarından sonra, iradesini yücelerin yücesi olan Allah’ın iradesine teslim etmiyor ve ona ibadet/itaat etmiyordu. Hâlbuki kişi ancak ibadetini (yani özgür iradesiyle iradesini) de Allah’a has kıldığında gerçek anlamda Allah’ı birlemiş, “lailahe illellah” demiş olurdu.  Allah’ı birlemek ibadeti/itaati ona has kılmadan asla gerçekleşemez. Nitekim yüce rabbimiz; ”ben insanları ve cinleri başka bir şey için değil, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” diye buyuruyordu. Bildiğimiz gibi ibadet sadece dar anlamda “ibadet” diye bilinen namaz, oruç vs. şeylerden ibaret değildir. Tersine ibadet namazı da içerecek şekilde Allah’ın emirlerine uygun ve onun rızasına dönük tüm işleri içine alan bir kavramdır.  Bu nedenle namazımızı, ticaretimizi, siyasetimizi, komşuluğumuzu vs.yi Allah’ın emirlerine uydurmadığımız sürece ibadetimizi/itaatimizi Allah’a has kılmış olmayacağımızdan ve tevhid inancına dönük iddiamızın kabulünü de beklememeliyiz. Nitekim rabbimiz Al-i İmran Suresinde bu gerçeği bize şöyle bildiriyor: “Gerçekten Allah’ı seviyorsanız şu halde bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir de ki; Allah’a ve resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” İtaat etmeden sevgi mi olurmuş? İtaat etmeden Allah’ı yegâne rab bildiğinizin kabulü mü olurmuş? İşte bu nedenle Allahu Teâlâ ahirette "Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o 

size
apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye 
size
 and vermedim mi?" 
(Yasin; 60) diyecek.

Aziz mü’minler;

Şunu bilmeliyiz ki çok küçük istisnalar dışında, hiç kimse açıktan şeytana ibadet etmemiştir. Bugün Ezidiler bile Allah’ın saf iyiliği temsil ettiğini, şeytanın ise hem iyilik hem kötülüğü temsil ettiğini belirterek şeytanın kötülüğünden korunmak için ona ibadet ettiklerini söylüyorlar. Bakınız aynı noktaya geldik; Gerçek anlamda Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur. Ama maalesef insanların çoğu “şirk koşmadan iman etmezler” ve sayısız şeyi ve varlığı ilahlaştırırlar. Her şeyden öncede hevalar ilahlaştırılır. Nitekim Rabbimiz, “Hevasını ilah edineni gördün mü?”(Furkan; 43) diye bu gerçeğe dikkatimizi çeker. Kimler hevalarını  ilah edinirler?  Yüce Allah’ın nimet/araç olsun diye verdiklerini amaç haline dönüştürüp, o nimetleri hayatlarının biricik gayesi haline getirenler. Yani makamı, şöhreti, eşi, çocuğu için her şeyi yapıp, ilahi kuralları dikkate almayanlar… Ya da hocasını, şeyhini veya peygamberini ölçüsüzce yüceltip, Allah’ı sever gibi onları sevip, ululaştıranlar.  İşte bu nedenle çok dikkatli olmamız lazım. Bilmeliyiz ki; itaatimiz/sevgimiz/bağlılığımız kime ise ibadetimiz de onadır. İbadettin/kulluğun en temelde itaat anlamında Kur’an’da kullanıldığını asla unutmamalıyız. Allah’ın koyduğu sınırları aşmayı fazla önemsemeden, Kime itaat ediyorsak onu ilahlaştırdığımızı bilmemiz gerekir. Kimin etrafında pervaneysek, kimi en fazla önemsiyorsak bizim ibadetimiz onadır ve ilahımız da odur. Bu hanımımızsa hanımımız, çocuğumuzsa çocuğumuz, ticaretimizse ticaretimiz, biriktirdiğimiz malımızsa malımız, makamımızsa makamımızdır. Fakat bütün bunlara Allah’ın vahyi doğrultusunda bir değer veriyorsak, onlarla ilişkimizi Allah’ı dikkate alarak belirliyorsak ve gerektiğinde Tevbe 24’te belirtiği gibi feda edebiliyorsak o zaman biz gerçekten Allah’ı birleyenlerden olduğumuzu ve şehadetimizin kabulünü haklı olarak bekleyebiliriz.

Aziz mü’minler;

Tekrar tekrar hatırlamayız ki gerçekte Allah’tan başka ilah yoktur. Ancak İlahlaştırılmış olan idoller,  makamlar,  kadınlar, erkekler vardır.  Hâlbuki bunlar ilahlık özelliklerine sahip değiller. Nitekim rabbimiz şöyle buyurur: Hal böyleyken, yine de O'nu bırakıp, hiçbir şey yaratmayan, tersine kendileri yaratılmış bulunan; ne kendilerinden bir darlığı uzaklaştıracak ne de kendilerine bir yarar sağlayacak güce sahip olmayan; ne ölüm üzerinde, ne hayat üzerinde, ne de ölümden sonra kalkış üzerinde herhangi bir etkisi bulunmayan birtakım düzmece tanrılara kulluk ediyorlar.” (25/3)
Bundan dolayı ortak koşanlar, yani Allah’tan fazla başkasını sevenler, başkasından korkanlar, başkasını hayatının merkezine alanlar, başkasının hayat nizamlarına uyanlar ne dünya hayatında ne de ahirette asla mutlu olamayacaklardır. Zira onlar, mutluluğu, huzuru, doğru bilgiyi yanlış yerde arıyorlar. Yüce Allah böylelerin durumunu şöyle tasvir eder; “Küfredenlere gelince; onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki, susayan onu su zanneder, nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanı başında da ( kendisinden sakınmadığı) Allah'ı bulmuştur. Allah ise onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür.”(24/39)
Evet, dünya ve ahirette mutluluk ve huzuru yakalayanlar ancak şirkten uzak duran müminler olacaktır. Çünkü onlar âlemlerin rabbi olan Allahın sınırsız ilmi ve hikmetiyle kulları için seçtiği hayat nizamlarına razı olmuş ve ona tabi olmayı şeref bilmişlerdir.  İşte onlar gerçek anlamda “lailahe illallah” diyenler ve bu iddialarını yeryüzünde tevhid, adalet, iyilik, barış, refah ve paylaşımı yaygınlaştırarak ortaya koyanlardır.

Rabbimiz bizi onlardan eylesin. Rabbimiz bizleri bütün zerreleriyle Allah’a teslim olanlardan, onun esmasının ahlakıyla ahlaklananlardan ve yeryüzünde onun iradesinin tecellisi olanlardan eylesin…