19 YIL VAN'DA GÖREV YAPAN MERSİNLİ BİR PROFESÖRÜN KALEMİNDEN VAN SEVDASI...

"Meğer Van Bende Bir Tutkuymuş"

VAN 23.11.2023 22:15:00 0
19 YIL VAN
Tarih: 23.11.2023 22:37 Güncelleme: 24.11.2023 11:12

19 yıl Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde Öğretim Üyesi olarak görev yaptıktan sonra Adıyaman Üniversitesine geçen Prof. Dr. Halil İbrahim Oğuz Van'ı unutamadı. Van sevgisini kaleme alan Mersinli profesörün duygusal yazısı okuyan her Vanlıyı gurur ve onur duygularına sevk etti. Van Siyaseti olarak biz de hocamıza Van adına teşekkürlerimizi sunuyoruz. 
 

İste o yazı ;

Meğer Van Bende Bir Tutkuymuş

   Anadolu’nun doğusunda yüksek dağların ve tepelerin arasına sanki gizlenmişcesine adeta bir ölü deniz gibi, gök kubbeden aldığı ilhamla bazen turkuvaz mavisi bazen de gök mavisi bir iç deniz yatmaktadır. Yalnız ve terk edilmiş diyarda, gök kubbenin eteğinde yatan bu göl, belki de, saflığın, temizliğin ve güzelliğin sembolüdür. Hemencecik aklıma mavi gölün nazlı gelini olan Van Balığına getirmek istiyorum sözümü. Ah şimdi balık bendinde (bend-i mahide) o güzelim kefallerin sıçrayışlarını saatlerce izlemek isterdim. Van Gölü!! sana seslenmek istiyorum, seni terk etmek bana çok ağır geldi.

   1990 yılının soğuk bir Kasım akşamında bana kucak açmıştın cömert, sevecen, sıcak kollarınla. Güler yüzlü sevecen yüzünle “hoş gelmişsen başım gözüm üstünde yerin var” dedin bana. Koskoca bir 19 yıl yaşadık seninle dostçasına, kardeşçesine. Kışın giyersin beyaz cübbeni, yayılır beyaz gelinliğin eteği dağlarına, ovalarına, yaylalarına. Sanki vecd halindesin beyaz örtünle, dindirirsin kirli beyinleri ders verircesine. Dilden dile söylenen bir türküsün güneşin doğuşundan batışına. Eski adın Tuşba’dır, güneşin şehri. Aydınlık senin yolun. Seni karartmak isteyenler, seni karartmak isterken, ihanet karanlığında kendileri kararacak. Sen ki tarih boyunca birçok medeniyete kucak açtın. Konak oldun yurt oldun.

   Bir akşamüstü geçerken yol kenarından bacalarından duman tüten kerpiç evlerin arasında evine götürmek üzere elinde tandır taşıyan insanlar gördüm. Şehrin sokağında mendil satmak için tir tir titreyen çocuğun gözlerindeki pırıltılar adeta ümit ışığıydı. Körpecik vücuduna belliki ağır gelen yaşamın bütün yüküne inat, bende varım dercesine. Sabahın erken saatinde üç tekerlekli arabasıyla zar zor taşıdığı ağır sebze kasalarıyla daracık cadde boyunca, bütün çarpıklığa razı olup boyun bükerek buruk ve yorgun yüz ifadesiyle, adeta yanlarından geçen arabalarla rekabet edercesine yoluna devam etmekte ve hayata sımsıkı sarılmaktadır. Kimse ona diyemez tembel. Gel hele yol göster, bak bakalım neler neler yapar. İnsan okuduğunu unutur, gördüğünü hatırlar, yaptığını bilir.

   Elinde kırmızı bir bayrak sallayan deli mi, veli mi ne olduğunu anlayamadığım yaşlı, çok sevimli ve yaşam dolu yaşlı bir adamın mırıltılarıyla şenlenen cumhuriyet caddesi. Ah özledim sabahın erken saatinde otlu peynir ile sıcak çörekli kahvaltılarımı. Biraz zengin kahvaltısı istersen gel seni Sütçü Feyzi’nin kahvaltı salonunda murtuvalı, bal-kaymaklı, otlu peynirli kahvaltı yaptırayım. Hem kahvaltı hem de eğlence dersen Bak Hele Bak’a gidelim. Hele bir bahar gelsin, çimenlikler yeşersin koyunlar kuzular otlansın çobanlar türküler söylesin ıssız, yarpuzlu vadilerinde, yaylalarında, dağlarında ve terk edilmiş mezralarında. Birde kekik kokan tepelerinde uşkun toplamayı koca bir kaya dibinden şırıl şırıl akan pınarlarından kana kana su içmeyi özledim. Erek’ğin, Süphan’nın Nemrut’un Artos’un taa zirvesinden hemencecik dibinde yatan ihtiyar kalenin tepesinden seni bütün çıplaklığınla seyretmek isterdim büyüleyici siluetini. Bu zirvelerin birinde güneşin sende hüzünlü batışını ve sevinçle doğuşunu izlemek isterdim. Yeniden var oluşun müjdesiyle.

   Bazen vadi tabanında bazen de tepelerin zirvesinde taş veya kerpiç duvarlardan örülmüş evlerinde ak köpüklü ayran içip, başım gözüm üstüne diyerek şöyleşmek isterdim o güzel, saf ve temiz insanlarınla. Muradiye şelalesinde asma köprünün eski tahtalarına bastığımda sallanan köprüden geçmek isterdim. Taki başım dönüp her şeyi unuturcasına. Şeytan köprüsünün gizemini çözmek isterdim. Coşkulu akan suyuna inat, hemen yanı başında bir taşın üstünde oturup hakkında anlatılan bir sürü esrarlı hikâyelerini dinlemek isterdim.

   Şu yaz sıcağında Van Gölü’nün serin sularına kendimi atıp yüzebildiğim kadar maviliklere taa uzaklara açılıp ve her kulaç attıkça, beni benden alacak olan ve beni benden iyi bilenle çok yaklaştırdığını hissettiğim o mavi derinliklerde sendeki sonsuzluğu ve özgürlüğü yaşamak isterdim. Kerpiç duvarlı, iğde kokulu bahçe kenarından geçerken duvardan fırlayan periler kadar güzel ve renkli gözleriyle gönüllerde taht kurmuş güzellik kraliçesi kedilerinle oynamak ve onları sevmek isterdim. Bir aşk hikâyesiyle bezenmiş, gizemli tarihi ve kutsal bir mabet edasıyla Akdamar adasına yüzerek gitmek isterdim. Çok uzaklara giderek, yaşamak isterdim garip çobanın Tamara’ya aşkını. Sanki o günleri yaşarcasına.

   Bu kadar söyleşiden sonra uzun yıllar görev yaptığım Özalp’ten hiç bahsetmemek mümkün mü? Doğunun en doğusunda yedi renkli çıplak tepeler arasında küçük bir vadi yamacında, yağmurlu havalarda sel baskınlarının kıskacında, kaçak mazot ve sınırlı sınır ticaretine mecburiyetten bel bağlamış sert ve soğuk ilimin sıcacık ve samimi insanlarına sahip özalplı kardeşlerim. Sizleri nasıl unuturum. Hele çarşıya indiğimde Yılmazın o otantik köşe başındaki kahvesinde o güzelim çayından yudumlayarak bir nefesi bir sohbeti nasıl unuturum.

   Sevgili asil ve güzel Van Gölü seni anlatmak çok zor. Sana kucak açmış yaşlı Süphan, aşkınla hala yanan Nemrut, Sadık dostun Koca Artos ve seni güneşten bile kıskanan Kara Erek hepsi seni çok seviyor. Sen asla yalnız değilsin. Sakın üzülme. Sen o kadar zengin ve bir o kadar da asilsin ki, bu kardeşinin lisanı seni anlatmakta yetersiz kalır.
   Sevgili Van’lı kardeşlerim 19 yıllık hizmetim süresince hiç sizi kendimden ayırmadım. Hep kendimi sizin yerinize koymaya ve sizinle birlikte olmaya çalıştım. Sizi sevdim Yunusçasına. Kalbimin derinliklerine işledim sevginizi bir daha unutulmasın diye.

   Siz ve biz hep biriz. Biz ise koskocaman bir ülkeyiz. Yalnız ve garip ülkemin güzel insanlarına hizmet etmek bence en kutsal görev olsa gerek. Ben sizde sevmeyi, ben sizde paylaşmayı ben sizde mertliği ve sabretmeyi gördüm. Taşıdığınız bu soylu geleneği devam ettirmenizi, bu dünyalar harikası gölümüze sahip çıkmanızı, bu vatanımızın güzel köşesinde barışcıl, huzurlu, saygılı ve saygın yaşamaya devam etmenizi temenni ediyorum.
   Saygılarımla,
 

Prof. Dr. Halil İbrahim OĞUZ
Adıyaman Üniversitesi Kâhta
M.Yüksekokulu Bitkisel ve Hayvansal Üretim
Bölümü Öğretim üyesi

 

1964 yılında Mersin'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Mersin’de, lise öğrenimini Bursa’da tamamladı. 1989 yılında Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümünde Yükseköğrenimini bitirdi. 1990 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Bahçe Bitkileri Ana Bilim Dalında kadrolu olarak Yüksek Lisans öğrenimini 1993’te, doktora çalışmasını ise 1998 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde tamamladı.  1998 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Özalp Meslek Yüksekokulunda Yrd. Doç. Dr. olarak göreve başladı. Bununla 1998’den 2009 yılına kadar 17 yıl süreyle Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Özalp Meslek Yüksek Okulunda Öğretim Üyesi Olarak görev yapmıştır. Halen Adıyaman Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümünde Profesör Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır.