Sitemizin güzide yazarlarından Sait Ebinç'in "Baharın Taze Nefesi" başlıklı köşe yazısını sizlerle paylaşıyoruz.
Bahar geldi ölü toprağa tekrar hayat geldi. Hava sislendi çimenleri nem aldı. Şimdi baharın taze nefesini hissediyoruz. Daha dün bahçeler sessiz, güneşsiz gölgesizdi; bugün aydınlık içinde yanan çiçeklerin göğsünde böcekler sesleniyor, kuytu loş, serin ağaç altlarında gölgeler yatıyor. Servilerde bülbüller ötüyor. Demek bahar!!!? Bu sene bu kadar felaketten sonra bana öyle geliyordu ki çiçeklerin ve bülbüllerin mevsimi artık gelmeyecek. Karlar yağmurlar kesilmeyecek artık bir daha bahar toprağımızı şenlendirmeye cesaret etmeyecek.
Geçen gün köyde bahar güneşine göğsümü ve yüzümü vererek düşünceli, fakat memnun, ağır ağır kaledeki eski zaman bahçelerine kadar yürüdüm. Köyün en tenha yerine sokulup bahar güneşinin taze bulut parçalarından süzülen ışıklar altında ruh okşayıcı tabiatı teneffüs ettim. Ruhumun sükûnet köşelerine doğru yola revan oldum.
Ücra ve tenhâ yerlerde dolaşmak harap evler, güzel türbeler ve eski möhrelerin arasında bir seyyâh gözüyle memleketi gezmek seyranlarımın en zevklisi en lezzetlisidir. Senede böyle bir birkaç defa bahar aylarında bağlı bahçeli civarlara doğru tek başıma zevk seyrine çıkmak eskiden ta çocukluğumdan beri adetimdir. Gide gide henüz yeşillenmeye başlamış iki söğüt ağacının altına, bir yıkık çeşmenin başına vardım. Uzakta tarlalarda rençperler koyun sürüsü otlatıyordu. Dağ başının tenhalığında bir yalnız bahçeye vardım. Yanımda kimseler yoktu. Oturdum bir sigara yaktım ve tepeden aşağıyı doğru Van Gölü’nü etrafı seyre daldım. Manzara o kadar güzel, güneş o derece parlak, hava öyle saftı ki adeta kendimden geçmiş kendimi unutmuştum, Şu su başı, şu bahar günü ve şu yeşil kırlar ne hoş… Zümrüt çayırlar ortasında pırıl pırıl akan dereler bunların kenarında gümüş dalları hafif rüzgarlarla oynaşan mesut kavaklar, en tatlı renklere bürünmüş çayır çimenler.. Pınarın berrak suları ondan süzülen suların uğultusunu duydum. .Dalgın ve düşünceli Simbat deresinden geçtim. Bir yonca tarlasına girdim dizlerime kadar körpe yumuşak, rayihalı bir yeşilliğe gömülmüştüm
Avdette mağrip olmak üzereydi. Gölün serin ruzgarları altında yatan babamın mezarına uğradım. Köye yaklaştıkça yolumun üzerinde insanlar görünmeye başladı, üçer, beşer kadınlar kırlara dağılmışlar, yamaçlarda yer bulup ayaklarını aşağılara uzatmış gülüşüp konuşuyorlar pancar topluyorlardı. İlk baharın ilk günlerinde ılık güneşten, yarı uyanmış yarı renkleşmiş toprağın yağmurdan sonraki kokusu bu bahar tablosunu tamamlayan çok zarif bir dekordu. Bahar bütün bu tabiatın en büyük süsüdür. Tabiatın yeşilliği her tarafın yoksulluğunu örtüyordu. Bağlarımıza bahçelerimize ilkbahar gelmiş şimdi gönlümüzün hoşluk vaktidir. Bu bahçelerde gezinmek bir vakit bir tatlı seher uykusuna benzerdi. Şimdilerde şehir artık beton ve demir kütlesi haline geleli beri Bahar öyle bir demet leylak bir demet papatya ile rutubet kokan apartmanlara giremez oldu. Baharın taze nefesini bu beton ormanları arasında hissedemezsiniz. Bahar bahçeli evler içinde duyulur ancak. Hafız’ın dörtlüğüyle bitirelim bu yazıyı “Ey bahar gözüne kaşına karşı ne tedbirde bulunayım bilmem ki?”