Binlerce yürek, vicdanlarda tek bir soru: Gazze için ne yapmalıyım?

Binlerce yürek, vicdanlarda tek bir soru: Gazze için ne yapmalıyım?

VAN 1.09.2025 14:36:00 0
Binlerce yürek, vicdanlarda tek bir soru: Gazze için ne yapmalıyım?
Tarih: 01.09.2025 14:38 Güncelleme: 01.09.2025 14:38

"Gazze konusunda herkes her şeyi yapamasa bile yapabileceği bir şeyi mutlaka vardır ve olmalıdır. Ve eğer yapıyorsa, en güzelini var gücüyle yapmalıdır."

RAHMAN’IN ADIYLA... 

"Allah, kendi yolunda bir duvarın taşları gibi kenetlenip saf tutarak savaşanları sever." 
 "Allah’a ve Resulü’ne inanır ve Allah yolunda malınızla ve canınızla gayret gösterirsiniz. Bu, sizin kendi iyiliğinizedir; keşke bilseydiniz." 
 Saff 4:11 

Genelde Ortadoğu, özelde Filistin ve daha da özelde Gazze; yıllardır acılarına ilm’el-yakin, şimdi ise aynel-yakin ve hakk’el-yakin şahitlik ettiğimiz katliamın, gözyaşının, sürgünün, kanın sel olup aktığı beldelerden bir beldedir. Onlarla aynı dinin yarenleri olduğumuz için şükrettiğimiz Filistinli mazlumlardan yana olmanın verdiği onuru bir şeref madalyası misali taşımakla birlikte bazen birbirimize, çoğu zaman ise için için ve içimize içimize ağladığımız; meydanlara taşırdığımız öfkemizle bulsak bir kaşık suda boğacağımız, göğüs göğüse çarpışmak için can attığımız Siyonistlere karşı ise soylu ve katlanan bir öfke ile elimizden geldiğine inandığımız ne varsa yaptığımıza ve yapacağımıza olan imanımızda müstahkem bir kale misali dimdik duruveririz. 

Amma velakin, buna mukabil kendi acziyetimize, çaresizliğimize; zalimlerin dışında kalan dünyanın öbür yarısı ile birlikte bu kadar zamandır nasıl ilmek ilmek ekonomik, siyasi, politik, hatta psikolojik olarak onların sistemlerine bağımlı hale getirildiğimize yandık, yanmaktayız. 7 Ekim, bize birçok hakikatin yanında neden onlar uyanıkken biz uyuduk, onlar çalışırken biz yan gelip yattık, üretmek şöyle dursun ürettiklerini tüketerek obez olduk, onlar dört bir yanımızı kuşatırken görmemek için at gözlükleriyle dolaştık, onlar yüzyıllık işgal planları yaparken biz “Hele bir yarına çıkalım da sonrasını düşünürüz” rehavetiyle oyalandık gibi bir dolu  soru ve sorunla yüzleşmenin verdiği acı gerçeğini de hatırlatmış oldu. 

Evet, madalyonun karanlık tarafını gördük, âmennâ. Ama bunun bir de aydınlık yüzü vardı. Onu da yine Gazze’nin ölürken bile teslim olmama haysiyetinin bayraktarı olan kardeşlerimiz öğretti. Konuşmadan, sadece yaşayarak tüm dünyaya şunları bir manifesto olarak anlattılar: 
 “Asla pes etmek yok, vazgeçmek yok; direne direne ölsek de, öle öle dirilteceğiz. İslam’ın diriltici ve hayat veren soluğunu, kendimize rağmen soluksuz kalanlara ulaştıracağız ve siz bizimle tekrar özgürleşeceksiniz. Biz vazgeçmediysek sizin vazgeçme lüksünüz yok; olamaz da. Ayağa kalkmak ve mücadele etmek zorundasınız.” 

Peki ama nasıl? 

Hiç şüphesiz bu soruya; devletlerden tutun kurum, kuruluş, STK, vakıf, parti, cemaat, tüzel ve özel kişiler kendilerince cevap vermiş, veriyor ve vereceklerdir. Fakat sıkıntı ne kadar büyükse, çaresinin de çok çeşitli olabileceği ihtimalinden yola çıkarak biz de yürek yangınımıza bir parça merhem olması ihtimaliyle birkaç satır yazalım istedik. 

İlk elden şunu belirtmekte fayda var: 
 Dünyadaki İslami hareketler, iktidarda veya muhalefette olmaları fark etmeksizin, yaşadıkları coğrafyanın dışındaki Müslümanlardan her ne talep ederlerse, onlara yani bizlere onu yapmak düşer. Meseleyi Gazze özelinde değerlendirdiğimizde yine Gazze halkının taleplerinden yola çıkmamızın sağlıklı bir değerlendirme olacağı ve “Neler yapabiliriz?” ya da “Ne yapmalıyız?” gibi suallerimize doğru bir kılavuz olacağı fikrinin pekişmesi sonucunda birkaç başlık sıralayabiliriz: 

 

BOYKOT 

Siyonistlerin tahrip gücü bu kadar yüksek silahları, uzun süreli bir saldırganlığın, yakıp yıkmaların ve katliam şebekesi olarak hâlâ bir şekilde devam edebiliyor olmalarının sebebi elbette  ki; dini  inançları ve asker sayısından ziyade,paraya ve onun sağladığı güce tapmaları ile birlikte kapitalist devletleri arkalarına almalarında yatar. 

İşte burada ekonomik olarak onları zayıflatacak bilinçli ve istikrarlı bir boykot kaçınılmaz hale geliyor. Ama öyle lalettayin birkaç kalem ürünü boykot ederek değil; çok boyutlu bir boykot… Asitli içecek tüketmeyince boykot yaptığımızı zanneden bizler, boykotu ciddiye alınca gördük ki aman Allah’ım, Siyonist tüketim bir ahtapot gibi sarmış dört bir yanımızı. Boykotu tahfif edenlere, “Benim yaptığımda ne olur ki?” hikâyelerine rağmen bunu gelip geçici bir rüzgâr olarak değil, bir hayat tarzı haline getirmek her birimizin boynuna Gazze’nin yüklediği emanettir. 

Tarihte boykotların etkisini ve düşmanın gücünün nasıl kırıldığının sayısız örnekleri olmakla birlikte, birkaçına değinmenin yeterli olacağını düşünüyoruz: 

1955’te Rosa Parks isimli siyahi bir hanımın ABD’de başlattığı toplu taşımalardaki ırkçı uygulamalara karşı Afroamerikalıların katılımıyla yapılan toplu taşıma kullanmama eylemi sonuç vermiş ve  en azından yolculuk yaparken yaşadıkları bu ırkçı uygulama kaldırılmıştır. 

1930’da Mahatma Gandhi’nin, İngiliz sömürgesinin tuz üretiminde tekelleşmesine karşı başlattığı Tuz Direnişi başarıyla sonuçlanmış ve Hint halkı kendi tuzunu üretme hakkı kazanmıştır. 

1977’de anne sütü yerine kullanımı teşvik edilen Nestle’ye karşı başlatılan boykot Nestle aleyhine sonuçlanmıştır. 

1965’te Kaliforniya’da üzüm üreticilerinin işçilere uyguladığı ağır iş şartlarına karşı başlatılan iş bırakma eylemi sonucunda işçiler lehine düzenlemeler yapılmıştır. 

1973’te Kral Faysal’ın sadece birkaç gün İsrail’e petrol ambargosu uygulaması bile ABD’li yetkilileri ricacı olarak gönderecek kadar etkili olmuştur Siyonistler üzerinde. 

Gelelim bugüne. 7 Ekim sonrası küresel bir ivme kazanan boykotun, sadece birkaç büyük firmayı nasıl sarstığına bakalım: 

1971’de kurulan ve 1992’den bu yana borsada işlem gören Starbucks, dünyada 31 bin, Türkiye’de ise 685 şubesiyle hizmet veriyor. 7 Ekim’den sonra satış hedefinin %6,4’ünü tutturamayarak %5’te kaldı. Hisse fiyatlarında da 16 milyar dolarlık değer kaybına uğradı. Şirketin CEO’su, durumu kurtarmak adına açıklama yapmak zorunda kaldı. Ama buna rağmen düşüş devam ediyor. 

Coca-Cola 2023’ün son çeyreği itibarıyla %2’lik bir gerileme yaşarken, Türkiye özelinde bu düşüş %22 oldu. Net kâr oranında geçen yıla göre %61’lik bir düşüş yaşandı. 

McDonald's, Ortadoğu’da en fazla kan kaybeden firmalardan biri oldu. CEO’sunun manipülatif açıklamasına açıklamasına rağmen hisseleri %4 düştü. 

KFC ve Pizza Hut, 7.7 milyar dolar borçla iflasını açıklayarak 537 şubesini kapatıp Türkiye piyasasından çekildi. 

Sadece bu veriler bile boykotun ne kadar etkili bir silah olduğunu göstermeye yeterlidir. Ama dediğimiz gibi: zalimon gücünün kıracak olan Bilinç, istikrar ve kuşatıcı bir boykot. 

MEYDANLAR 

Yine boykot meselesi gibi, meydanlara çıkmayı, yürüyüş, gösteri, miting yapmayı dillerine dolayanlara rağmen, meydanlardan ısrarla ve istikrarla vazgeçmemek gerekiyor. Zira toplumların tepkilerinin ve taraf olmalarının en görünür olduğu yerler hiç şüphesiz sahalardır. 

Yine bu konuda da işi ciddiye almadıkları yetmezmiş gibi, bir şeyler yapmaya çalışanları yolundan alıkoymaya adeta ant içmişçesine, her şeyin sırrına vakıf olan, kendilerini mutlak akıl sahibi addedenler hep olmuştur ve olacaktır. Bir derdi, bir davası olmayanlara bunu anlatmaya çalışmak deveye hendek atlatmaktan zordur. Belki de bu arkadaşlar Siyonistlere füze fırlatmaya çalışanların ,meydanlara çıkanlar tarafından engellediğini düşünerek eleştiriyorlardır, diye hüsn-üzan etmiş olalım. 

Buna mukabil, tarihte hem Avrupa’da hem de yakın coğrafyamızda birçok örneği olan bu tarz eylemler, sonucunu hemen göremesek de, iktidarlar üzerinde oldukça etkili bir yoldur. Sonuçta bir yönetimden söz edilecekse, orada yönetimi ayakta tutan bir halkın varlığı da zorunludur. Halkların  menfi ya da müspet tepkileri, her yönetim için yadsınamaz bir değerdedir. Ayrıca Filistin'den yetkililerin her biri, meydanları boş bırakmayın diye sürekli talepte bulunmaktadır. Bunun bir kıymet-i harbiyesi olsa gerek. 

Tüm bunların ötesinde, kimin tarafında olduğunuzu, evinizde yan gelip yatacak kadar rahat ve duyarsız olamayacağınızın göstergesidir. Sanırım en kıymetlisi de şudur: Her birimize, en azından Rûz-i Mahşer’de bir berat dilekçesi olması ve bu kabilden şahidimiz olmasıdır. 

Ayrıca şu soruları da her birimizin sorması ve sorgulaması gerekmez mi? 
 Ortadoğu intifadaları birer saha eylemi değil miydi? Haklı taleplerine rağmen üzerlerine bomba yağan Suriye halkı ile Rabia Meydanı’nda ölümüne meydanları doldurup tanınsınlar diye bileklerine isimlerini yazanlardan daha aziz değil ya canımız! 

Avrupa’dan tutun da ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, İsviçre, Avustralya ve Kanada’ya kadar birçok Batılı ülkede her kesimden insanın, her yerde ve çeşitli şekillerde, üstelik birçok yaptırıma rağmen meydanları boş bırakmamaları zalimlerin uykularını kaçırıyor olsa gerek ki; Siyonist lobiler ve onlardan daha da Siyonist Hristiyan dostları Gazze’den yana tavır ortaya koyan  akademik ve sanatsal başarı elde etmiş olanların  önlerine caydırıcı engeller koymaya devam ediyorlar. 

 

GÜNCELİMİZ VE GÜNDEMİMİZ GAZZE OLSUN 

Eli kalem tutan bu davayı yazsın. 
 Hitabeti güçlü olan bu davayı konuşsun. 
 Herkes bir şey yapsın, ama sakın sessiz kalmasın. 
  Abdullah Galip Bergusi 

Gazze konusunda herkes her şeyi yapamasa bile yapabileceği bir şeyi mutlaka vardır ve olmalıdır. Ve eğer yapıyorsa, en güzelini var gücüyle yapmalıdır. Gündemlerin bu kadar hızlı güncellendiği ve algıların o hızda yönlendirildiği bir zamanda olmamız bir kaderse, imtihanımız da ona göre şekillenir ve değer kazanır. 

Sürekli bir manipülasyona maruz kalan insanlık; liste başı Gazze olan birçok konuda —ama her ne hikmetse özellikle İslam ve Müslümanlarla ilgili konularda— çoğunluğu yanlış, bir kısmı taraflı olan bir malumat yığınına sahipler. İşte tam da bu  aşamada devreye girmesi gerekenler, işin ehli kişi veya kurumların bu algıları doğru yönde temizlemeye evirmek gibi bir görevleri olduğunun bilincine varmaları şarttır.

 Gerçi Gazze bu algıları zaten alaşağı etti. Lakin esmeye başlayan kutlu rüzgârın ardından çerçöpü temizleyip bir rahmet yağmuruna dönüşmesi için, Gazze gündemini İslam iklimine çevirmek; bu ümmete insanlığa ve yeniden annelik yapması için bir fırsattır. 

Gazze’yi gündemimizden düşürmemek lütfumuz değil, sorumluluğumuzdur. 
 Sosyal, görsel, ve yazılı basın başta olmak üzere, yüz yüze ilişkilerimizde;de popüler kültürün ayartmalarına rağmen hakikati dillendirmek zorundayız. Bilmeyene anlatmalı, dinlemeyene duyurmalı, görmeyene göstermeliyiz. Özellikle çocuklar ve gençler bu konuda hedef kitle olmalıdır.

Fakat bunun öncelikli şartı, bizlerin bu konuda bilincili bir bilgiye ve donanıma sahip olmasıdır. Gazze’yi gerçekten dert edinenlerin bile kaçta kaçının ortadoğu coğrafyasını, tarihini, konjonktürünü, kültürünü, ekonomisini,insan  çeşitliliğini, oralarda etkin olan islami ,seküler  ya da ulusal hareketleri kendi gerçekliği içinde değerlendirecek bir vukufiyete sahip insanımızın, maalesef  bir elin parmaklarını geçemeyecek sayıda olduğu hakikati ortadayken. En azından şimdiden sonra 7 ekimi milat kabul edip, bu kadar bilgi kirliliğinin olduğu bir ortamda her birimiz fikirsel anlamda temiz bir limana çevirmek için bu günden tezine tahammülümüzün olmaması gerekir. Diye umut ediyoruz. 

 

 AYNÎ VE NAKDÎ DESTEK 

Yazının başından itibaren sıraladığımız tüm başlıklar, Kur’an’ın cihad emrinin alt başlıkları olarak değerlendirilebilir. Eğer cihad, yeryüzünde tevhid ve adaletin yaygınlaştırılması için verilmesi gereken bir mücadele ise; şu an ve  şu gün, itibarıyla en bariz haliyle Gazze’ye uzatılması gereken eldir. 

Yeri geldiğinde İzzeddin el Kassam gibi hutbeden cepheye inmeniz, yeri geldiğinde Şeyh Ahmed Yasin gibi camilerde mücahid kadro yetiştirmeniz gerekebilir.elbette lakin Gazze’nin izzetli evlatlarının bu konudaki taleplerine kulak verdiğimizde; aynî ve nakdî yardımın öncelendiğini görüyoruz. 

Fakat görünen o ki, bizim destekten anladığımız şey sadece yiyecek ve içeceğe indirgenmiş durumda. Elbette en temel insani ihtiyaçlar bunlardır. Fakat Siyonistlerin bu kadar çok yönlü ve bu kadar açıktan fonlandığı bir realitede; günü kurtarmak adına değil, daha uzun soluklu, ayakları yere basan ve güç dengesini en azından asgari seviyeye getirecek destekler verilmesi gerekiyor. 

Bir taraf İHA, tank, top ile finanse edilirken; beri taraf un göndererek bırakın savaşı domine etmeyi, düşüncesinden bile fersah fersah uzaklaşır hale gelmektedir. Ki trajik olan da, o unu bile ulaştıramıyoruz. O halde nakdî yardıma ağırlık vererek ,şifahî değil gerçek projeler üreterek, anın vacibini ifa etmeliyiz. 

 

 

Evet: Gazze, Gazze, Gazze... 
 Tıpkı Suriye, Bosna, Irak, Yemen, Arakan, Doğu Türkistan gibi karşımızda duran bir imtihan. Bu imtihan, onları fiilen yakarken bizi de zihnen kavurmakta; çoğu zaman çaresizlikle yoğrulmuş ama bir yandan da kardeşliğin rahmetiyle karılan bir hamurun ekmeğe, yani nimete evrilmesinin yaşattığı umutla her şeye rağmen dert sahibi olmanın ve derdini sevmenin farkındalığıyla ayakta durmaya çalışmalıyız. Çünkü: 

Onlar direnirken, bizim “amâ”larımız köşe bucak saklanmalı; 

“Niçin”lerimiz utanmalı; 

“Keşke”lerimiz silinmeli, bir daha ortaya çıkmamacasına... 

Onlar vazgeçmedikçe kimsenin beyaz bayrak çekmeye hakkı olmamalı. 

Onlar umut varken, bize serzeniş haram lokma olmalı. 

Onlar rüzgârı tersine çevirmişken, ötekilerin yelkenleri suya indirme lüksleri olmamalı. 

Onlar neyin savaşını verdiklerinin farkındalar ve iman ettikleri hakikatlerine kardeşleri de “âmennâ” demek zorunda. 

Onlar bu savaşın komutanları ve geriye kalanlar komutanın komutlarına uymakla mükelleftir. 

Onlar “Hasbunallahu ve ni’mel vekîl” dedikçe, dindaşlarına “Lebbeyk!” demek düşer. 

Onlar izzetli toprakların kudretli suyundan kana kana şeref içmiş olan aziz evlatları, cevval yiğitleridir. 

Çünkü onlar ümmeti İslâm, milleti Filistin, ehli Gazze olanlardır. 

“Bizi dünyada kardeş kılanın; âhirette mevkidaş kılması,duasıyla...” 
 Vesselâm…