بسم الله الرحمنِ الرحيم
BUGÜN BAYRAM
Apartman dairelerine, köy odalarına, rezidanslara, villalara, gecekondulara, cami önlerine, kısacası insanı yutan bu dünyaya gelen bayramı az çok biliriz.
Unutulmuş ihtiyarların elleri öpülürken çocuk gibi şımarmalarıyla ezilmiş babalarının kendilerini hırpalayan hayattan bayram günlerinde intikam aldıklarını biliriz.
“Annem!” diyerek kucaklarına koşan çocuklarının saçlarını öpüp koklayan annelerin yaşlı gözlerine inat dudaklarındaki sevinci biliriz.
Utangaç bir gelinin gurbetten dönmüş erinin diğerleri ile bayramlaşmasını bitirip sıranın kendisine gelmesini hissettirmeden beklediğini biliriz. Hırpalanmış o erin, kuytu bir köşede kendisini sabırsızlıkla bekleyen o gelin kucağında anlamsız bir şekilde sevinçten ağlayacağını biliriz.
Himayesiz yetimhanelerde büyüyen çocukların bayram denen şeyi uzaktan seyrettiklerini, kimlerden olduğu belli olmayan hediyelerle sevinirken kendilerinin olmayan bayramdan küçük bir sevinç çaldıklarını biliriz.
Biliriz işte, bayram denen şeyin sahte de olsa yalan da olsa bir umut verdiğini. Üç gün, üç saat hatta belki de üç dakikalık bir sevinç olduğunu biliriz.
Peki ya sevinçleri kalıcı memleketin bayramı nasıldır acaba?
Ahmakça olacak belki de ama yine de hayal edeceğim:
Tüm ahali memleketi çevreleyen surların yedi kapısının önünde toplanmış sabırsızlıkla dev kapıların açılmasını beklemektedir. Hemen şurada anne babasını yetim bırakmış çocuklar, onların yanı başında çocuklarını yetim bırakmış anne babalar. Sevdiğini geride bırakmış gelinler, gelinleri kaybetmiş yiğitler, eşler, dostlar, arkadaşlar, kardeşler, kızlar, oğullar, yaşlılar, gençler hepsi beklemektedir. Çünkü bugün “bayram”, çünkü bugün “kavuşma günü”dür.
Upuzun ayrılığın geçmeyen yıllarını saymayı bırakmıştır herkes. O uzun ayrılık yılları geçmiştir geçmesine ama yorgun kafilenin dev kapılardan gireceği birkaç dakika bir türlü gelmemektedir. Kapıların içinde mahşeri bir kalabalık vardır ama kimseden çıt çıkmamaktadır.
İlk önce uzaklardan kafileyi getiren muhafızların sonra milyonlarca ayak sesinin homurtusu ve en sonunda kafilenin nefes alışlarının sesleri duvarları aşıp kulaklara ulaşır. Sonra dipsiz bir sessizlik. Kapıların iç tarafında da dış tarafında da mahşeri iki kalabalık vardır ve kimseden tek bir ses çıkmamaktadır.
Birdenbire ‘elhamdu lillahi rabbil alemin’ diye bir ses göklerde yankılanır ve devasa kapılar yavaş yavaş açılır. Baş muhafızlardan biri koşarak dışarıdaki mahşeri kalabalığın hepsinin duyabileceği bir sesle “Size selam olsun!” diye onları içeri buyur eder. Dışarıdan gelen kalabalıktaki herkesin yüzünde derin bir yorgunluğun izi vardır. Kafile yorgun ama sevinçli bir şekilde surların içine akmaya başlar. Kafilenin her iki tarafında toplananların yüreği deli gibi çarpmaktadır. Herkes tedirgin gözlerle sevdiğini, beklediğini aramaktadır. İlk önce kalabalığı yaran bir çocuğun sesi duyulur:
“Annem, annem!… Geleceğini biliyordum, beni burada yetim bırakmayacağını biliyordum!” Kafilenin içinden çocuğunun sesini duyan anne dizlerinin üstüne çöker. Çünkü bu kadar büyük bir sevinç çok ağır gelir ona. Çocuk iki kolunu kanat gibi açarak annesine koşar ve bir daha hiç açmamacasına o kollarını annesinin boynuna dolar.
(“Hayal bu, neden önce anneler?” demeyin, insan istiyor ki sevinçlerin en büyüğünde de anneler ilk olsun.)
“Biliyordum, biliyordum, biliyordum; annemin cennetlik bir anne olacağını biliyordum” diye sevinçle bağıran çocuğun da onu bağrına basan annenin de gözlerinden yaşlar boşalmaktadır. Kafilenin içinde onları uzaktan seyreden bir çift göz daha ağlamaktadır. Sarmaş dolaş olmuş anne ve çocuğa yavaş yavaş yürümeye başlayan bu kişiyi gören çocuk bir daha haykırır:
“Babam, babam!... Biliyordum, biliyordum; bizi burada da yalnız bırakmayacağını, başaracağını biliyordum, cennetlik bir baba olduğunu biliyordum!”
Sarmaş dolaş olmuş bu küçük topluluk bir kavuşma patlamasını başlatmıştır. Her bir köşede birbirine koşan, sarılan, ağlayan anneler, babalar, oğullar, kızlar, kardeşler, dostlar, arkadaşlar sevinç yumakları gibi birbirlerine sarılmışlardır. Melekler ağlamasın da ne yapsın, onlar da katılmıştır onlara. Baş meleklerden biri bir yandan karşısındaki sevinçten dolayı dökülen gözyaşlarını silmekte diğer yandan da
“Sevinin, sevinin ey cennet ehli, Rabbinizin size vaadinin gerçekleştiğine sevinin, artık size ne korku var ne de hüzün, sevinin…” diye haykırmaktadır.
Sevinçle kavuşanların konuşmaları aşağı yukarı şöyledir:
Yorgun argın gelmiş dostunu kucaklayan biri
“Hoş geldin dostum, başaracağını biliyordum, seni çok bekledim.”
Hep üzülmüş kafiledeki biri sevdiğine sarılırken
“Artık üzülmek yok değil mi?”
Bu sevince hâlâ inanmakta zorluk çeken biri
“Bir daha ölmeyeceğiz, bu sevinç bitmeyecek değil mi?”
Çocuklarını kanatları altına almış bir baba
“Göz aydınlığı işte budur.”
Çok eziyet çekmiş iki arkadaştan biri
“Demiştim, sana demiştim, böyle olacak demiştim.”
Fakirliğin ezdiği biri
“Ne büyük bir zenginlik.”
Zalimlerin zulmünü gören biri
“Kurtulduk, kurtulduk, kurtulduk.”
Kavuşamamış sevdalılar
“İşte kavuştuk sonunda.”
Yüzbinlerce, milyonlarca insan kavuşmuştur birbirine. Vakur bir şekilde onları seyreden küçük rütbeli bir melek gülümseyerek kendi kendine şunu der:
“Sevin ey insan sevin, bugün kavuşma günüdür, bugün bayram günüdür, bugün Allah’ın vadettiği gündür.”
Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.
الحمد لله رب العلمين
Ramazan Demir
29.06.2023