Mihail Nuayme / Cins
Çağdaş putlar
Kamuoyu ifademiz yanlış bir ifadedir aslında. Kamuoyundan kasıt, çoğunluğun görüşünün ortasıdır, umumun görüşü değil. İnsanların düşüncelerindekilerin ve yüreklerindekilerin gerçeğini bilebilseydik, sonra düşüncelerinin ve duygularının ortasını bilebilseydik ve sonra çoğunlukla azınlığın arasını ayırabileceğimiz o büyülü kıl olsaydı elimizde, kamuoyu diye adlandırabileceğimiz şeye ulaşmamız mümkün olabilirdi. Baksanıza, insan toplulukları çoğunlukla öğrendikleri şeyleri hissediyor, onu konuşuyorlar. Öyleyse nedir kendisinden ürküp korktuğumuz ve emrine boyun eğdiğimiz kamuoyu?
Halklar ne zaman otağa sürüldüklerinden daha kolay bir biçimde kasaphaneye sürülen sürülerden daha yüksek bir konuma sahip olacak? Dahası halklar, çobanıyla kasabını birbirinden ne zaman ayırt edebilecek? Sokaktaki insanları “kamuoyu” diye adlandırdığımız puta kulluktan alıkoymamız gerekir. Egemenlik sahiplerini “kamuoyu” diye adlandırılan puta kulluktan yüzlerini çevirmemiz gerekir.
Irkçılık yeni bir şey değil. Bu duygu en eski kabilelere kadar uzanıyor. Kendi kabilesini kutsallaştırıp diğer kabilelerle kaynaşmayı reddeden en eski kabilelere kadar. Fakat gelişme yaşamın sürekliliğidir. Yaşam insanı çeşitli sebeplerle kabilelere ayırmıştır ve hemen yine başka vesilelerle onları bir araya getirmiştir. İnsanlar yavaş yavaş ama sabit adımlarla beşeri birliğe doğru yol almaktadırlar.
Görmüyor musunuz insanların düşünceleri, onları bir araya nasıl getirmiş? O kadar ki size; Hallac-ı Mansur’dan söz eden bir Fransız’da, Bergson’dan bahseden bir Arap’da yahut Firdevsi hayranı bir Rus’da ve Dostoyevski hayranı bir İranlı’da en ufak bir gariplik bulamazsınız. Görmüyor musunuz bir yerdeki insanların başka yerlerdeki insanlar tarafından örülmüş giysileri nasıl giydiğini? Görmüyor musunuz, insanların barınakları ne ile döşenmiş ve ne ile aydınlanıyor?
Öyleyse daha ne bekliyorsunuz ırkçılıktan? Kuru bir iskeletten başka bir şey değil o. Fakat inatçı ve sert bir iskelet. Onun bugüne kadar kalmasına yardım eden en büyük müttefiki ne biliyor musunuz? Sömürgeciliktir o. Evet kör bir sömürgeciliktir kör ırkçılığın müttefiki.
Nil’in Etiyopya’dan doğmasında, Etiyopyalı için hangi övünç vesilesi olabilir.
Kara kelimeye gelince, [kara kelime ile basını kastediyorum] bu put, diğer putlara hiç benzemeyen bir puttur. Yazarlık sorumluluğuna müptela olan bizlerin, kelimenin nasıl bir güç olduğunu tam olarak idrak ettiğimizi sanmıyorum.
Basın hem kışkırtma hem uyuşturma hem teşvik hem de tahrik içindir. Basın, karın kömür rengine, kömürün de kar beyazına boyanması için vardır. Yine basın, sakin duyguların coşturulması ve heyecanlı duyguların yatıştırılması için vardır.
Söz edebiyatın bütün gücüdür. Ne müthiş bir güçtür o! Bir atomun içinde hapsedilmiş ve kendisinden âlemler kurulup âlemler yıkılan enerji bile daha küçüktür onun yanında. Öyleyse edebiyat aynı zamanda bir propaganda aracıdır. Onu çarpıtma ve uyuşturma aracı olarak kullanabilir miyiz? Onu, insanlara insanların söylediklerini tekrar eden bir anlatıcı cihaz yahut insanların ve eylemlerinin fotoğrafını çeken bir fotoğraf makinesi olarak görebilir miyiz?
Size edebiyatın kendisiyle sınırlı bir sanat olduğunu söylerler. Bu birisinin içinde oturarak değil, seyrederek yararlanacağı bir ev yapmasına yahut giymek için değil, çok güzel sanat yönüyle zevk almak için bir elbise dikmesine benzer. Saçma bir iddiadır bu.
Sahibinin ve insanların yaşamlarını güzelleştirmeyen sanat güzel sanat değildir çünkü. Basın bir puttur. En kirli, en kara puttur.
Şimdi geriye gün be gün kendisine tapınmanın yaygınlık kazandığı bir put olan bilim putu hakkında da bir şeyler söylemek kaldı. Şüphesiz bir bütün olarak bilimin çok üstün boyutları vardır. Bilim, insana çok konuda yardımcı olmuş, insanın dünyasında önüne çıkan pek çok engeli alaşağı etmiştir. Ne var ki bilim, bir engeli alaşağı ederken birçok engeli de ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte insanlar, bilime kör bir inançla bağlıdırlar ve ona hiç ara vermeden kulluk ederler. Bilimin ortaya koyduğu her şey onların nazarında gerçektir ve reddettiği her şey de onların nazarında sahtedir.
Peki, bilimin, insanların kendisine körü körüne tapınmalarını mümkün kılan bu masumiyeti nereden geliyor? Bunun cevabına gelince; bilim, sonuçlara giderken duyu deneyi metodunu takip eder. Aynı şartlar altında aynı tepkiler gerçekleşir ve bu tepkilerden aynı sonuçlar çıkarsa, bilim bu sonuçlardan bir yasa çıkarır ve ihtiyaç durumunda her gözü olanın gözü önünde bu yasayı kullanma imkânını elde eder.
Ne var ki bilim, mutluluğun anlamını bilmez. Bilim bu haliyle gözü ve aklı putlaştırır. Bilim mutlak değildir. Bilim mucizeye inanmaz. Aslında birçok şey sadece mucizedir. Üzerinde yaşadığımız yeryüzü bir mucizedir. İnsan da bir mucizedir. Fakat onun mucizevîliği, betimlenemeyecek kadar mükemmel ve hassas bir mühendislik harikası olmasına karşın bedeni değildir. Aklında bir büyüleyicilik ve güç olmakla beraber, aklı da değildir onun mucizevîliği.