EN İYİ KİM ANLAR
Geleneksel İslam anlayışına göre dini en iyi ilim ehli anlar. Dini anlamak için yığınla dini kitap okumak, arapçayı iyi bilmek, belli hoca ve alimlerden icazetler almak gerekir.
Bir işi zor göstermek insanlarda yetersizlik duygusu oluşturmanın ve o alanda profesyonel bir sınıf meydana getirmenin temel yöntemidir.
Oysa din sadece bazı elitlerin anlayabileceği teknik bir uzmanlık dalı yahut meslek değildir.
Geleneğin dini ilim ehli anlar iddiası ve kabulü son derece yanlıştır. Gerçekte bunun tam tersi geçerlidir. Dini en az ilim ehli anlar. Çünkü ilim vahye sadakati yok eder. Tevillere, yorumlara, çıkarımlara yani yığınla zan ve tahmine yol açar. Nitekim de öyle olmuştur. Bugün ilim ehli sayısınca dini telakki ortaya çıkmıştır. İlim adamları asırlardır din hakkında birbiriyle tartışır durur. Uzlaşabildikleri husus çok azdır. Birinin ak dediğine diğeri rahatlıkla kara diyebilmektedir.
Çoğu kişi ilim denilince bilim anlar. Oysa dinde ilim denilenlerin çoğu (vahiy hariç) zandır. Zan gerçekte bir kıymet ifade etmez. Dinde zan uyulması gereken değildir; bizzat sakınılması gerekendir. Dinde ilim dendiğinde bir yığın zandan bahsediliyor demektir. Din zan işi değil; vahye sadakat işidir. Elçi de vahye sadık kalmış, sadece onu tebliğle yetinmiştir. Ne zaman ki din işi ilim işi olarak görülmüş, o günden sonra din azı vahiy çoğu zan olan yarı ilahi yarı beşeri karma bir dine dönüşmüştür. Din ilim işidir anlayışıyla beraber ilahi makamdan tek bir kitap geldiği halde bugün onlarca dini kitabımız ve kaynağımız olmuştur.
Din bize anlatıldığı gibi derin ilim işi olsaydı bugün binlerce derin alimin olduğu bir din alanında bunca hurafe, çelişki, tartışma, ayrışma ve kutuplaşma olur muydu?
Dini sadece belli bir zümrenin iyi anladığı düşünüldüğünde ne acıdır ki ruhbanlık ve aracılık kurumu oluşmakta, bu da şirke ve zulme kapı aralamaktadır. Bunu çok iyi bilen rabbimiz Kur'anı çok açık, son derece detaylı (mufassal) ve sade olarak indirmiştir.
Ayrıca tüm ilahi dinler dini çok iyi bildiği düşünülen din adamları tarafından bozulmuş, onlar tarafından tahrif edilmiştir. Bu bir tesadüfi sonuç değildir. Dini sadece belli bir seçkim zümrenin iyi anlayacağı kabul edildiğinde din ilahi olma vasfından hızla uzaklaşmakta, birilerinin din algısı, zan ve tahminleri kitlelerin dini haline gelmektedir.
Din önce ilim erbabını değil, herkesi muhatap alır. Dağdaki çobanla fakültedeki hoca dine muhataplık açısından aynıdır. Din herkesin anlayabileceği kadar basit, açık ve detaylıdır. Dini zor, kompleks ve detaylı göstermek büyük bir yanılgıdır. Bunun en önemli nedenini yukarıda belirttim.
Dini ilim ehli mi anlar? Dini anlamak için çok iyi arapça bilmek, ciltlerce kitap okuyarak bu işte derinleşmek mi gerekir? Bu konuda Allah ne der?
"Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkâr eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar" (Rad 19)
"Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar" (Bakara 269)
"Sana Kitabı indiren O'dur. Ondan, kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri de benzeşen (müteşabih) lerdir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne (ve karışıklık) çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun yorumunu Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: «Biz ona inandık, onun tümü Rabbimizin katındandır.» derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez. (Ali İmran 7)
Özetle dini derin ilim ehli yani belli bir sınıf ve ayrıcalıklı zümre değil; temiz akıl sahipleri anlar. Temiz akıl sahipleri yani önyargısız, düşünüp akleden herkes! Allah kuluna zulmetmez!
"...Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez..."
(Bakara Suresi, 185)
BU KONUDA İKİNCİ BİR YAZI
DİN İLİM İŞİ MİDİR
"Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden çevireceğim. Her türlü ayeti de görseler inanmazlar. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler. Zira onlar ayetlerimizi yalanladılar ve aldırış etmediler" (A'raf 146)
Bugün din sahasında birçok ilim erbabı Kur'ani açıdan bakınca son derece yanlış bir itikadi anlayışa sahiptir. Peki bu nasıl mümkün olmaktadır? Yukarıdaki ayet bu sorunun cevabını veriyor.
İlim arttıkça enaniyet, büyüklenme eğilimi ve kibir mutlaka artar. Bu bazen aleni olur bazen de gizli bir şekilde hayatiyet bulur. Son derece mütevazi gördüğünüz ilim sahiplerinin bile esasında enaniyeti olduğu görülür. Bu özellikle tartışmalarda yani ilimlerine yönelik bir tehdit algıladıklarında ortaya çıkar. Bu gizli büyüklenme duygusu genellikle "Biz bu ilimle..., şunca sene okuduk, bu iş böyle olmaz, bu iş bu kadar basit değil" vb. cümlelerle dışarı vurur. Çoğu sohbet ve konuşmalarında ciltler dolusu kitaplıkları arkalarına alır, fon olarak kullanır. Subliminal mesaj hep aynıdır: "Bu iş derin ilim işidir, siz anlayamazsınız!" Öyle ki Kura'n kolaydır, apaçıktır diyenleri bile tek bir ayet üzerinde saatlerce izahatta bulunabilir, ciltler dolusu teviller, tefsirler kaleme alabilir.
İşte ilim sahibi olmanın yol açtığı, kiminde aleni kiminde de üstü kapalı olarak varlığını sürdüren bu büyüklenme hissi ayetleri anlamanın önündeki en büyük manidir. Bunu Allah söylüyor. İşte bu sebeple onca ilim erbabı onca zeka seviyelerine rağmen apaçık ayetleri anlamakta zorlanıyor, genellikle de anlayamıyorlar. Bu akla durgunluk veren sırlı hakikat "Onca ulema bilemedi de siz mi bildiniz" türü klasik soruların da cevabını oluşturuyor.
Dinde ilim denilince çoğu kişi bunu hemen bilim olarak algılar. Oysa dinde ilim denilenlerin çoğu (sadece vahiy hariç) zandır. Zan ise dinde bir kıymet ifade etmez. Kur'ana göre zan uyulması değil, tam aksine sakınılması gerekendir. Tam tersine zan dinin anlaşılmasının önünde perde işlevi görür.
Zan inşa ettiği zihin yapısı ve bu yapının yol açtığı algıyla ilahi mesajın duru anlamının kavranmasını güçleştirir. İlimde tevil etmek, çıkarımda bulunmak yani çoğaltmak esastır. İlim detaylandırır, bağlantılar kurar, çıkarımlara gider. Bu ise tamamen vahye sadakat işi olan dinin hakkıyla anlaşılmasının önünde bariyer oluşturur.
Detay öne çıkar, öz kaybolur, yığınla gereksiz malumatla dolan beyinler saf özü algılayamaz hale gelir. En basit çelişkilere düşerler, lakin bunu bir türlü kavrayamaz, farkedemezler.
Bu sebeple zaten din işinde ilim ehli sayısınca dini yol ve yaklaşım vardır. Bu yüzden dinde tartışma ve ayrışmalar bir türlü bitmez, birisinin ak dediğine öteki kara diyebilir. Dinin bu denli ayrışmasında ve üzerinde uzlaşma sağlanılamaz muğlak bir alan haline gelmesinde dinin ilim işi olarak görülmesinin ve büyük ölçüde ilim sahiplerinin söz söyleyebileceği bir mesele olarak kabul edilmesinin büyük rolü vardır.
Bugün dini sahadaki sorunların sebebi az sayıda ilim insanı olması değildir. Bu alanda asırlardır hem nitelik hem de nicelik olarak yeterince ilim erbabı hep olmuştur. Sorun dinin bir ilim sahası olarak, sadece uzmanlarının bilebilecekleri teknik bir meslek dalı olarak görülmesidir.
Ne zamanki bu anlayış oluşmuş, o günden sonra din alanı bölünmelerin, ayrışmaların, hizipleşmelerin, bitip tükenmek bilmeyen kavga ve tartışmaların, nice insanı itikadı bunalıma sevk eden kafa karışıklıklarının, zan, bid'at ve hurafelerin merkezi olmuştur. İlim ehlinin söz sahibi olduğu bir din anlayışı bid'at ve hurafelerin temizlenmesini dahi sağlayamamıştır, gerisini siz düşünün.
Kendisi ünlü bir alim... Bilgi konusunda eline su dökecek kişi çok azdır. Bir konuşmasında elçinin hadis yazdırmadığını, hatta bizzat bunu yasak ettiğini anlatıyor. Öyleki "Hz. Ömer hadis nakleden bir sahabeyi kırbaçlattı" diyor. Hemen akabinde ise sanki bunları söyleyen kendisi değilmiş gibi yapıyor, "Kur'ana uyan hadisleri alırız" diyebiliyor. Hadisleri elçi yazdırmadıysa, hatta bizzat kendisi yasaklattıysa sen bazılarını nasıl, hangi hak ve yetkiyle alabiliyorsun? Elçi senin rehberin değil miydi?
İşte derin ilim sahibi olmak çoğu zaman böylesi basit çelişkilere düşmeyi önleyemediği gibi bunların fark edilmesini de zorlaştırıyor.
Bu iş ilim, zeka, bilgi işi olsaydı dünyadaki tüm ilim sahibi kişilerin hepsinin gerçeği bulması gerekirdi. Bugün nice ilim ehli var ki her birisi apayrı bir dine ve itikada (telakkiye) sahip! Kimisi için Hinduizm en doğru din, kimisi için Budizm! Kimisi için tarikatlar en hak yol, kimisi için tasavvuf! Kimisine göre o ayet o manaya geliyor kimisine göre gelmiyor. Kimisinin tefsiri on cilt, kimisininki yirmi cilt...
Tüm bunlar ve çok daha fazlası gösteriyor ki dini doğru anlamamız ilim ehline ve derin bilgiye değil; vahye sadakate, muhatap olduğumuz her vahiy karşısında en ufak bir tevile sapmadan, asla "Ama, fakat, lakin" demeden, dilimizi eğip bükmeden, içine beşer eli katmadan bu saf ve duru ilahi mesaja teslim olmamıza bağlıdır.
Tekrar etmekte yarar vardır: Hatta dini konularda ilim bu sadaketi yok ettiği, üstüne bir de enaniyete yol açtığı için özellikle din sahasında sakınılması gerekendir. Din ilim işi olsaydı bu konuda ilk çalışmayı Allah'ın elçisi yapar, bunları kitaplara dönüştürür, sonra da ciltler halinde bize ulaşmasını sağlardı. Mesela ilk tefsir kitabını elçi yazdırırdı. En kötü ihtimalle bu dört halife devrinde tamam olurdu.
Özetle din derin ilim işi değildir; vahye sadakat işidir. İlim çeşitlendirmeye, çoğaltmaya, çıkarımlar kurmaya, yorumlar ve teviller yapmaya neden olduğu için bu sadakati yok eder. İslam tarihi bunun en bariz ispatıdır. Alim bildiğimiz nice kişilerin en açık ayetleri bile anlamakta, en duru ilahi mesajlar üzerinde bile hem fikir olmakta zorlanmalarının nedeni budur. Ayetin buyurduğu büyüklenme duygusu nedeniyle Allah'ın nasip etmemesi ve dinin ilim işi olarak görülmesinin yani yığınla zan ve tahminin sebep olduğu kafa karışıklıkları...