Esed ile normalleşme girişimi Suriye'de hiçbir şeyi değiştirmez!
Ahmet Arda Şensoy / TAV
Esed Rejimi’yle normalleşme Suriye’de neyi çözer?
Mayıs ayında Suriye Arap Cumhuriyeti’nin Arap Ligi’ne yeniden kabul edilmesi ve Beşar Esed’in Suudi Arabistan’daki Arap Ligi toplantısına katılması ile Şam yönetimi Körfez normalleşme sürecinde yeni bir aşamaya geçildi. Şam için büyük bir diplomatik zafer gibi görünen bu adımın bir yandan da rejimin uluslararası arenaya dönüş için bir adım olması bekleniyor. Bu büyük adım ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin politika değişikliği birçok sebebe dayandığı gibi birçok sonucu da beraberinde getirecek. Peki Körfez ülkeleri neden şimdi Şam ile normalleşme girişimlerini hızlandırdı? ABD’nin normalleşme sürecine yaklaşımı nasıl? Ve en önemlisi; bu normalleşme süreçleri Suriye’de iç savaşı bitirir mi ve ülkedeki hangi sorunları çözer?
Neden şimdi?
Bölge ülkelerinin Şam ile normalleşme adımları birçok farklı sebebe dayanıyor. En önemlileri, rejimin iç savaş boyunca en büyük destekçileri olan Rusya’nın Ukrayna’ya, İran’ın ise ülkesindeki protestolara odaklanmış olması. Bu iki ülkenin sahada olmasa da diplomatik düzeyde açtığı boşluk ve rejimi desteklemenin maliyetini rejim karşıtı olmayan ülkelerle paylaşmaya açık olması Körfez ülkeleri için Suriye’ye yönelik adım atmalarına alan açtı. Bunun üstüne Şubat ayında yaşanan ve Türkiye kadar olmasa da Suriye’yi de derinden etkileyen deprem felaketinin yarattığı ortam da Şam yönetimi ile diplomatik temasa geçmek için bir fırsat kapısı araladı. Birleşmiş Milletler ve Avrupa ülkelerinin yanı sıra başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere Körfez ülkeleri de deprem yardımlarını Türkiye üzerinden depremden en çok etkilenen İdlib gibi muhalif bölgelere ulaştırmak yerine Esed rejimine yönlendirerek insani yardımları bir diplomatik araca dönüştürdü.
Birleşik Arap Emirlikleri 2018’de Şam yönetimi ile diplomatik ilişkileri tekrar tesis etme adımları atsa da o günlerde ABD’nin normalleşme karşıtı tavrı, Rusya ve İran’ın sahadaki etkinliği ve Umman hariç Körfez ülkelerinden gelmeyen destek sebebiyle süreç hızlanmamıştı. Ayrıca Suudi Arabistan 2023’ün başına kadar da Şam ile normalleşmeye karşı olduğunu vurgulamaktaydı. Ancak hem Suriye’deki şartların değişimi hem de Biden yönetimi için birinci öncelik olmayan Suriye konusunda sert bir tavır takınmaması sebebiyle BAE için yeni bir normalleşme dalgası tetiklemek mümkün oldu. Suudi Arabistan ise bu şartlarda BAE’nin Körfez ülkelerini peşinden sürüklemesi sebebiyle sürecin kontrolünü BAE’ye kaptırmamak için bir politika değişikliğine mecbur kaldı. Bu da Esed karşıtı blokta Katar ve Kuveyt’in yalnız kalması ve Arap Ligi’nde süreci veto edememesine sebep oldu. Katar ve Kuveyt’in de rejimle ilişkileri yeniden tesis etmeye karşı olsalar da rejimin Arap Ligi’ne yeniden kabulünü veto etmemeleri bu dalganın bir sonucu olarak okunabilir.
Tüm bu gelişmelere ABD’nin görece hafif tepkisi de eklenince normalleşme sürecinin bir trende dönüşmesi kaçınılmaz oldu.
ABD ne diyor?
ABD’nin 12 yıllık iç savaş boyunca Suriye politikası gitgellerle ve kırılmalarla özetlenebilir. Bu aşamada ABD’nin genel bir Suriye politikası ve Suriye’nin geleceğine dair pozisyonu Fırat’ın doğusuna ve YPG’ye desteğe sıkışmış durumda. Özellikle Obama’nın kendi çizdiği kimyasal kullanma kırmızı çizgisi Esed rejimi tarafından aşıldığında dahi net bir pozisyon almayan ABD’nin o tarihten itibaren genel bir Suriye politikası ve perspektifinden yoksun olduğu iddia edilebilir. Dolasıyla uluslararası sistemdeki hakim rolüne rağmen ABD’nin Suriye’nin tamamına etki edebilen bir aktör olduğunu söylemek güç.
Her ne kadar Nisan ayında Amerikalı eski bürokratlar ve uzmanlardan oluşan bir ekip Biden yönetimine bir açık mektup yayınlayıp Suriye politikasında köklü değişiklikler önerse de şu aşamada Biden yönetimi ve Pentagon yönetici elitinde bir karşılığı olması beklenmemekte. ABD’nin Suriye’de terör örgütünü destekleme politikasının mimarlarından McGurk’ün geçtiğimiz hafta Riyad’a ziyareti rejimle normalleşmeye karşı bir pozisyon olarak okunsa da bu gibi hamleler Körfez’i caydırmaktan oldukça uzak.
Ayrıca Biden yönetiminin Esed rejimi ile Umman’da gizli görüşmeler yaptığı da basına yansıdı. Her ne kadar bu görüşmelerin 2012 yılında Suriye’de kaybolan biri gazeteci 7 Amerikan vatandaşı hakkında olduğu açıklansa da ABD’nin rejimle doğrudan görüşmesi Körfez ülkeleri için bir alan açmış durumda.
Kısacası Suriye’de Esed rejimi Körfez eliyle uluslararası sisteme entegre edilmeye çalışılırken ABD ise Fırat’ın doğusundaki petrol noktalarını PKK/YPG terörünü finanse etmek için kontrolünde tutup bir yandan da terör örgütüne topçu atışı ve helikopterle yakın hava desteği eğitimi vermekle meşgul.
Normalleşme sürecinin iç savaşa ve krizin geleceğine etkisi
Tüm bu anlatılanlar ekseninde asıl tartışılması gereken şey ise normalleşme girişimlerinin Suriye iç savaşına etkileri.
Mevcut durumda Suriye’de aktif bir çatışma bölgesi bulunmuyor. Sıcak cepheler olarak rejimin İdlib saldırıları, Türkiye’nin YPG terörü ile mücadelesi ve İsrail’in Şii milislere hava saldırıları söylenebilir olsa da bir normalleşme süreci bu cephelerde bir ateşkes veya çatışmaları sona erdirme potansiyeline sahip değil.
Askeri konuların yanında Suriye’deki en zor ancak en önemli gündem maddelerinden biri de siyasal çözüm süreci. Cenevre görüşmelerinin hiçbir sonuç üretmeyen yapısı, BM kurumlarının etkisiz hali düşünüldüğünde bu normalleşme girişimlerinin Suriye’de bir siyasal çözümü tetikleyeceği ve hatta hedeflediği tartışmalı bir konudur. Dolayısıyla rejim ile normalleşme süreci diplomatik alanda da yalnızca Esed rejimine meşruiyet üreten bir girişim oluyor.
Dolayısıyla rejimin şu aşamada muhalifler ile siyasi bir uzlaşmaya hiçbir ihtiyacı bulunmuyor. Ne Suriye’deki yerel koşullar, ne bölgesel şartlar ne de uluslararası sistem Esed’e bu açıdan bir baskı hissettirmemekte. Bu da Esed’in neredeyse hiçbir taviz ve ayrıcalık vermeden Körfez Arap devletleri ile normalleşme sürecine girişmesini olanaklı kılıyor.
Bir diğer canlı konu olan Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü de Körfez ülkelerinin doğrudan etkilendiği ve çözmeye odaklandıkları bir mesele değil. Lübnan ve Ürdün hariç hiçbir Arap ülkesi sorundan muzdarip olmadığı gibi muhtemel bir göç dalgası riskiyle de karşı karşıya değiller. Dolayısıyla bu ülkelerin Suriye politikasında sığınmacı sorununa bir çözüm önermek ana gündemleri değil.
Körfez ülkelerinin Suriye’de doğrudan etki edebileceği tek mesele olarak ise ekonomik sorunlar ve ülkenin yeniden inşası söylenebilir. Körfez ülkeleri rejimin yaşadığı enerji krizine çözüm bulabileceği gibi ekonomik yardımlarla isterlerse rejime can suyu verebilirler. Ayrıca Körfez’in belki de doğrudan etkilendiği tek mesele olan Captagon ticareti de bu sayede engellenebilir.
Her ne kadar kısa vadede rejimin Şii milisler ile kurduğu uyuşturucu üretim ve ticaret ağını yok etmek mümkün olmasa da yapılacak ekonomik destek sayesinde rejim için uyuşturucu ticaretinin bir yol olmaktan çıkarılması mümkün olabilir. Yine de rejimle normalleştikten sonra sınır güvenliği ve uyuşturucu ticareti konusunda beklediği olumlu gelişmeleri göremeyen Ürdün bu noktada önemli bir olumsuz örnek.
Tek gündem krizi yerelleştirmek
Tüm bunlar ışığında Körfez ülkelerinin Şam ile normalleşerek amaçladığı şey iç savaşı bitirip krizi çözmek değil. Bunun yerine temel amaç, mevcut uluslararası şartlar sayesinde açılan fırsat penceresini kullanarak Suriye krizini yönetilebilir ve etkileri yalnızca yerel olan bir krize dönüştürmek.
Siyasal çözümün imkansızlığı ise bu normalleşme girişimlerinin bu ülkeler için yalnızca ucuz birer diplomatik zafer ve bölgesel jeopolitikte bir hamleden öteye bir anlamı olmadığını ortaya koymakta. Ekonomik kriz, uyuşturucu ticareti ve rejim kontrolündeki Dera Kuneytra gibi şehirlerde yaşanan güvenlik sorunları ve protestolar ise rejimin yönetme kapasitesinin tamamen yok olduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak tarafları siyasal çözüm masasına oturtmayan ve hatta rejimi masaya oturmak zorunda kalmaktan kurtaran bu gelişmeler Suriye iç savaşını değil ancak bu ülkeler için Suriye krizini “çözecek” ve savaşı yerelleştirerek önemsiz bir hale getirecektir. Tüm bunların sonucunda ise Lübnan benzeri fiiliyatta bölünmüş, istikrarsız ve çözülmesi mümkün görünmeyen sorunlarla yaşayan bir Suriye kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.