"Gazzeliler olarak biz tünellere 'metro' diyoruz..."
Eman Mohammed / Fikir Turu
‘Tüneller’ ve ‘rehineler’ Gazze’deki insanlar için ne anlama geliyor?
7 Ekim saldırılarından bu yana İsrail ve Hamas arasındaki çatışmalar, Hamas’ın elindeki bazı İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasıyla 24 Kasım’da geçici insani ateşkes ile bir süreliğine durmuştu ve yedi gün sonra ateşkesin sona ermesiyle İsrail’in saldırıları tekrar başladı. Genel kanıya göre kalıcı bir ateşkes için tüm İsrailli rehinelerin serbest bırakılması talep ediliyor. Ancak İsrail tarafından sebepsiz yere ‘idari gözaltında’ tutulan 2.000 kadar Filistinli ne olacak?
Şu sıralar rehinelerin yanı sıra Batı medyasında gündeme gelen bir başka konu ise Hamas’ın Gazze’de inşa ettiği tüneller. İsrail bu tünellerden İsrail’e yönelik terör saldırılarının yapıldığını öne sürüyor, ancak bu tüneller 2007’den beri abluka altındaki Gazze’ye bazı temel ihtiyaç maddelerinin tedarik edilmesi için büyük önem taşıyor.
Filistinli foto-muhabir Eman Mohammed, Al Jazeera haber sitesi için kaleme aldığı yazıda, Gazze’nin abluka altına alınmasından bu yana Filistinlilerin yaşadığı zorlukları, bu durumla nasıl başa çıkmaya çalıştıklarını ve ‘rehine’ ile ‘tünel’ gibi sözcüklerin Filistinlilerin zihninde neleri çağrıştırdığını ele alıyor.
Yazının öne çıkan bazı bölümlerini paylaşıyoruz:
“Hayatımın büyük bir bölümünü Manhattan’dan daha küçük, ancak devasa dikenli tel örgüyle çevrili bir kara parçasında geçirdim. Çoğu zaman, bir açık hava hapishanesinde yaşayan yalnız biz Gazze sakinleriymişiz gibi hissediyordum.
Gazze’deki yaşamı belgelemek ve dünyanın geri kalanının Gazze’nin vahim durumunu ve dirayetli insanlarını anlamasını sağlamak için foto muhabiri olarak çalışmaya başladım. Görece sakin zamanlarda ilham ve moral verici hikâyelere odaklandım. Şiddet ve ölüm zamanlarında, bu olayların sonrasını, bombalar sustuktan ve dünya ilgisini bir kez daha kaybettikten sonra da kalan acı ve yaraları belgelemeye çalıştım.
Artık Gazze’de değilim, ama yine de bu küçük, çitlerle çevrili bölgeden gelen bir Filistinli olarak son birkaç haftadır suçlayıcı mesaj yağmuruna tutulmaktan kurtulamadım. Gelen e-posta kutum Hamas hakkında sorular soran mesajlarla dolup taştı. Bu mesajların amacı Hamas’ı ya da 7 Ekim’de yaptıklarını neden yaptıklarını anlamak değil. Aksine, benden onların eylemleri için hesap vermemi istiyorlardı.
Altı hafta içinde 50 meslektaşımı kaybetmiş olmam ya da komşularımın ve ailelerinin İsrail tarafından yönlendirildikleri gibi güneye kaçtıktan sonra bir İsrail hava saldırısında öldürülmüş olmaları onlar için önemli değil.
Her gün Gazze’de kalan ailemin hayatından endişe etmem ve onları her aramaya çalıştığımda cevap gelmediğinde küçük bir panik atak geçirmem önemli değil.
İlk soru her zaman Hamas’ı kınayıp kınamadığım oluyor. Sanki sempati görmek için sınava girmem isteniyormuş gibi hissediyorum.
Her gün medyada çıkan haberlerde ya da bir “terör örgütünü” kınayan konuşmalarda “tüneller” ve “rehineler” kelimelerinin geçtiğini duyuyorum.
Ancak bu kelimelerin benim için çok farklı bir çağrışımı var.
Benim ve Gazze’deki Filistinliler için tüneller vazgeçilmez bir altyapı haline geldi. İsrail 2007 yılında Gazze’ye yıldırıcı bir kuşatma uyguladı ve işgalci bir güç olarak Refah’ta bulunan Mısır’la olan sınır kapısı da dahil olmak üzere sınır kapılarından nelerin geçebileceğini tamamen kontrol altına aldı.
Geçtiğimiz 16 yıl boyunca İsrail yönetimi, halkı toplu olarak cezalandırmak için keyfi bir şekilde bazı ürünlerin Gazze Şeridi’ne girişini yasakladı. Örneğin 2009 yılında Gazze’ye hiçbir şekilde makarna sokulmamasına karar verdiler. Evet, makarnayı yasakladılar!
Bu yüzden Filistinliler tüneller kazarak makarna ve İsrail’in rastgele yasakladığı diğer temel ihtiyaç malzemelerini ülkeye sokmaya çalıştı.
“Metro” olarak bilinen tünellerden Gazze’ye yiyecek, ilaç ve yakıt gelmeye başladı.
İlk kızım 2011 yılında doğduğunda, 0-3 ay arası için yerel marketlerde bulunmayan kolik bebek mamasına ihtiyacım vardı. “Metro” sayesinde birkaç kutu bulabildiğim için çok rahatlamıştım.
Ancak kuşatmanın bizi mahrum bıraktığı ve tünellerin sağlayamadığı şeyler de vardı.
İçilebilir suyun düzgün bir şekilde tedarik edilmesi bunlardan biriydi. Su karneye bağlandığı için istediğimiz zaman duş alamıyorduk. Bunun sonucunda, su kesildiğinde deniz suyu kullanmak zorunda kalmamak için küveti dolu tutmaya çalışırdık.
Elektrik çoğu zaman mahrum kaldığımız bir başka şeydi. Ortalama olarak günde sadece 4-6 saat elektriğe erişimimiz vardı.
Hareket özgürlüğü tünellerin yardımcı olamayacağı bir başka “ayrıcalıktı”. Hamas var olmadan çok önce bile Gazze’ye gidip gelmek çoğu insan için mümkün değildi.
17 yaşımdayken annemin Mısır’daki ailesini ziyaret etmeyi planlamıştık. Gitmemize izin verilmeden önce üç gün boyunca Refah sınır kapısında bekledik. Taksi şoförümüz kapıdan geçerken İsrail askerleri aniden ateş açtı. Şoför dehşet içinde arkasını döndü ve durmaları için bağırdı.
Sonradan öğrendik ki askerlerin öğle yemeği molasıymış ve geçmemize izin vermeleri gerektiği halde rahatsız edilmek istememişler. Böylece yaz planlarımız bir anda iptal oldu.
“Rehineler” benim zihnimde farklı bir anlama sahip olan bir başka kelime.
Pek çok kişi bir ateşkesin söz konusu bile olabilmesi için tüm İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasını talep ediyor. Buna tüm kalbimle hemfikirim. Tüm sivil rehineler koşulsuz olarak ülkelerine geri iade edilmeli. Ancak bu Filistinli rehineleri de kapsamalı.
Şu anda İsrail hapishanelerinde haklarında herhangi bir suçlama olmaksızın süresiz olarak “idari gözaltında” tutulan 2 binden fazla Filistinli bulunuyor. Bunların çoğu çocuk, bazıları 12 yaşından küçük.
Haklarında gerçekten dava açılanlar ise mahkûmiyet oranının genellikle yüzde 95’i aştığı askeri mahkemelerde yargılanıyor. Bu da, mahkûmların büyük olasılıkla adil yargılanma hakkına veya aleyhlerindeki “gizli delilleri” inceleme imkânına bile sahip olmadıklarını gösteriyor.
İsrail, dünyada çocukları düzenli olarak askeri mahkemede yargılayan tek ülke. Yargılandıkları en yaygın suç ise taş atmak. Bu “mahkûmlar”, onları aniden ve acımasızca ailelerinden koparan işgalci bir ordu tarafından esir tutulan çocuklar.
Ne yazık ki kimse New York ya da Londra’da bu çocukların isimlerini ve yüzlerini afişlere yazmıyor. İnsanlar herhangi bir suçlama olmaksızın hapsedildiklerinde ve yargı sürecine erişim hakları olmadığında tam olarak rehine haline gelirler.
Gazze’de foto muhabiri oldum, çünkü oradaki hayatın gerçekliğini, çoğunluğun görmediği gerçekliği belgelemenin önemli olduğuna inandım.
Artık orada yaşamıyor olsam da, Filistinlilerin 7 Ekim’de tel örgüleri aşmasından çok daha önce yaşadığımız gerçekliği size anlatmaya çalışmazsam, bırakın bir Filistinli olmayı, bir gazeteci olarak bile görevimi yerine getirmemiş olurum.”