KİMİN ŞERRİNDEN ALLAH’A SIĞINMALIYIZ?

Gülşen Taş

VAN 4.01.2015 11:56:41 0
KİMİN ŞERRİNDEN ALLAH’A SIĞINMALIYIZ?
Tarih: 01.01.0001 00:00
  Allah’a sığınma Kur’an’ın son iki suresinde bir bütün olarak dile getirilmektedir. Burada tüm yaratılmışlar kastedildiği zaman, insan için zarar verecek duruma gelenlerin kastedilmiş olduğunu anlamak gerekir. Çünkü eşyada aslolan mübahlıktır. Ancak insana yerine göre hayat veren su, insanı boğarak ölümüne de sebep olmaktadır. Onu donmaktan koruyan ateş,  yerine göre onu yakıp yok edebilmektedir. Bunun için “Zararlı olacağı zaman mahlukatın şerrinden Allaha sığınırım demektir.” surenin devamında “haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden ve düğümlere üfüren büyücülerin şerrinden, insanlara vesvese veren insan ve cinlerden oluşan hannasın şerrinden” Allah’a sığınmamız istenmektedir.
Soru 1: Teheccüd, gece kalkıp namaz kılmak mıdır, yoksa Kur’an okumak mı?
Hüseyin Bülbül
Cevap: Teheccüd kelimesinin kökü “ce.he.de” dir. Cihad da bu kökten türetilmiştir. Teheccüd kelimesi cehede fiilinin tefe’ul kalıbıyla ifade edilmiş hâlidir. Anlamı, bütün gücünle mücadele etmektir. Aynı kökten olan cihadın anlamı da bir Müslümanın eliyle, diliyle, malıyla ve canıyla Allah yolunda tüm gayretini ortaya koyması olarak tanımlanmaktadır. Bu ifadenin geçmiş olduğu İsra suresi 79. ayetin bağlamına baktığımız zaman bir önceki ayette şöyle buyrulmaktadır: “Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl ve fecrin Kur’an’ını da (kıl, oku, yerine getir.) Zira fecrin Kur’an’ı şahitlidir.” Bunun devamında ise “vav” harfiyle atıf yapılarak: “Gecenin bir kısmında senin için fazladan olarak onunla teheccüd et ( buradaki  “onunla teheccüd et” ibaresi, “uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl.” şeklinde anlaşılmıştır.) (Böylece) Rabbi’nin seni övülen bir makama ulaştıracağı umulur.”(İsra 17/79 Bu ayette geçen teheccüd Kur’an okumak ile namaz kılmayı birleştirerek gece okuyuşu, geceleri nefsinle cihad, nefsini gündüzün zor işlerine hazırlamak için yapılan bir çalışma olarak okunabilir. Bu anlayışımız, Müzzemmil Suresinin ilk ayetleri tarafından da desteklenmektedir: “Ey örtüsüne bürünen,  Gecenin yarısında kalk. Yahut yarısından biraz eksilt. Yahut biraz artır ve Kur’an’ı yavaş yavaş oku. Muhakkak ki biz, sana ağır bir söz vah edeceğiz. Muhakkak ki gece kalkışı, daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüz, seni uzun uzun meşgul edecek işler vardır. Rabbinin adını zikret, her şeyi bırakıp yalnız ona yönel. O, doğunun ve Batının Rabbidir. Ondan başka ilah yoktur. Öyleyse sadece onu vekil edin. (Ona dayanıp güven)” (Müzzemmil 73/1-9)
Görüldüğü gibi her iki ayet gurubunun da gece kalkışı ve gece okuyuşunu öne çıkardığını görüyoruz. Namazı ve okuyuşu birlikte düşünmeliyiz. Ancak her ikisi içinde gözardı edilemeyecek olan okumak ister namazda olsun, isterse namaz dışında, mutlaka ne okuduğumuzu ve niçin okuduğumuzun bilincinde olarak okumaktır. Anlamadan okumak, okumak değil sadece avunmaktır. Peygamber (as) okuduğunu anlıyor anladığı için neyi nerede okuyacağını ve ondan nasıl istifade edeceğini biliyordu. Bizler de işin bu kısmını feda etmeden okumalıyız ki, okuduğumuzdan gereken öğüdü almış olalım. Bu okumanın namaz olarak anlaşılması, işin tabiatına daha uygundur. Dil ile yapılan kıraat davranışlar ile kayıtlanmaktadır. Bu açıdan daha etkili bir sonuç doğurmaktadır. Onun içindir ki Peygamberimiz: “Namaz benim gözümün nurudur. Ben namazla görürüm.” buyurmuştur. Zira ihsanı tanımlarken de ihsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmektir. Sen onu göremesen de onun seni gördüğünden emin olmaktır. Bu haleti ruhiye içerisinde dilinle söylediğini uzuvlarınla onaylayarak kıyam, rükû ve secdeye varmaktır. İnsan için etkili olan okuma işte böyle bir okuma biçimidir.
            Soru 2: “Kadınların şerrinden Allah’a sığınırım.” şeklindeki bir dua, kadınları rencide etmiyor mu? Bu husus Tevbe Suresinin 71. ayetine aykırı değil mi?
            Cevap:  Kadınlar sözünü niteleyici bir kelime ilave etmeden mutlak anlamda almak elbette doğru değildir. Allah’a sığınma Kur’an’ın son iki suresinde bir bütün olarak dile getirilmektedir. Burada tüm yaratılmışlar kastedildiği zaman, insan için zarar verecek duruma gelenlerin kastedilmiş olduğunu anlamak gerekir. Çünkü eşyada aslolan mübahlıktır. Ancak insana yerine göre hayat veren su, insanı boğarak ölümüne de sebep olmaktadır. Onu donmaktan koruyan ateş,  yerine göre onu yakıp yok edebilmektedir. Bunun için “Zararlı olacağı zaman mahlukatın şerrinden Allaha sığınırım demektir.” surenin devamında “haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden ve düğümlere üfüren büyücülerin şerrinden, insanlara vesvese veren insan ve cinlerden oluşan hannasın şerrinden” Allah’a sığınmamız istenmektedir. Bahsetmiş olduğunuz ayette ise, zikredilen kadın ve erkekler birbirlerinin dostu, velisi olarak takdim edilmektedir: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar, birbirlerinin velileridirler. Marufu emreder, münkerden nehyederler. Namaz kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah, bunlara rahmet edecektir. Muhakkak ki Allah; Aziz’dir, Hâkim’dir.” (Tevbe 9/71)
Bizler dostlarımızdan sadece hayır bekleriz. Ancak tüm kadınlar tüm erkekler dostumuz değildir. Elleriyle, dilleriyle ve cinselliklerini kullanarak diğer insanlara zarar verecek olan tüm erkek ve kadınların şerrinden hem erkekler hem de kadınlar Allah’a sığınılabilir, böyle dua edebilirler. Çünkü kendisine sığınılacak olan sadece Allah Teâla’dır. Yaşanılan hayatta bu tiplerin sayısız örneklerini de görüyoruz. Nice cinayetlerin işlenmesine, nice yuvaların yıkılıp gitmesine sebep olmaktadırlar. Bu nedenle, “İnsan için şer odağı olan tüm yaratılmışların şerrinden Allah’a sığınıyoruz.” demek yanlış bir dua değildir. Bu işin cinsiyeti yoktur. Kadın erkek için şer olabileceği gibi, erkek de kadın için şer olabilmektedir. Bizler tüm şerlilerin şerrinden Allah’a sığınmalıyız. Kısaca Rabbimizle aramıza giren her fitnenin şerrinden Allah’a sığınmamız gerekir.
Soru 3: Gece yatarken Felak, Naas, İhlâs, Fatiha ve Ayetel Kürsü’yü okumanın İslam’da yeri var mıdır?
Cevap: Bu surelerin ve ayetlerin yatarken okunacağına dair bir ayet yoktur. Ancak bu sure ve ayetlerin bizlere vermiş olduğu bir mesaj vardır. Bu mesaj biraz da bir önceki sorunuza verdiğimiz cevapla ilgilidir. Bu surelerde anlatılan şey özetle inanmış olduğumuz Allah’ın sıfatları, gücü, nelere kadir olduğu, onun herkesin imdadına yetişecek kadar yüce ve büyük olduğu, her şeyi bildiği ve gördüğü, onun için imkânsız diye bir şeyin olmadığı, uyku ve uyuklama tutmayıp her an yaratıklarını görüp gözettiği, sadece ona kulluk edip sadece ondan yardım istenmesi gerektiği, sadece ona sığınılacağı gibi bilgileri bize sunmaktadır. Bu ayetleri okuyan ve mesajını anlayan kimse şu kanata varacaktır: “Karada ve denizde yerde ve gökte, dünyada ve ahirette, dostumun ve düşmanımın yanında, gecede ve gündüzde, kalabalıkların içinde veya ıssız çöllerde, uykumda ve uyanıklık hâlimde ben ne hâlde olursam olayım benim Rabbim beni görüyor ve ne hâlde olduğumu biliyor. Bana bir kötülük yapmak isteyenden koruması için öncelikle ona sığınıp ondan yardım istemem gerekiyor. O beni korumasına alırsa kimse bana zarar veremez. O zarar vermek isterse bu defada beni kimse koruyamaz. Kanaatine varacak ve ona göre uykusunda ve uyanıklığında sadece ona yönelecek ve ondan yardım isteyecektir.
İşte bu ayetlerin ve diğer Kur’an ayetlerinin bize vermeye çalıştığı mesaj budur. Bunu böyle algılamayan ve anlamayan için, okuyup üflemenin bir anlamı olmayacaktır. Kişi her hâlukârda kendisini emniyette hissetmeyecektir. Çünkü Allah her zaman herkes için her şeye kadirdir. Ancak biz onun kadirliğini bilmedikten sonra bu sureleri anlamadan salt okuyuş, insana bu emniyeti vermeyecektir. Fakat Müslümanlar hâlâ Kur’an’ın kâğıdını ve lafzını muska olarak görmeye ve onun fiziki varlığının kendisini koruyacağına inanmaktadır. Bu anlayışın sonucu  olarak bu vasfı Kur’an’dan başka Risale ve Cevşen  diye anılan kitaplara da verdiklerini ve aynı koruyuculuğu onlardan da beklediklerini görüyoruz. Bunları boynuna asanları, evinde bulunduranları koruyacağına inanıyorlar. İnsanoğlu böylece Allah’tan gayriye ilahlık vasfı vererek yanlış bir yola yöneliyorlar. Hâlbuki Rabbimiz Tevbe suresinin son ayetlerinde elçisine şöyle buyuruyor: “…Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah, bana yeter. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Ben ona tevekkül ettim ve o yüce arşın Rabbidir.” (Tevbe 9/129)
Elbette Allah ile güven bulmayanların güvendikleri dağlara kar yağacak, elleri boşa çıkacaktır.
Soru 4: Mevlana dinlerin, aşkın birliğini savunmuş mudur?
Cevap: Mevlana bunun ötesinde Halik’la Mahlûk’un birliğini savunmaktadır. Tasavvuf felsefesinin bel kemiğini oluşturan “Vahdeti Vücut ve Vahdeti Şuhut “ anlayışı: İnsanın Allah’ta yok olması anlamına gelen, nefsin yedi mertebesinin sonuncusu olan “Fena Fillah” anlayışı ve Allah’ın insan suretinde görünmesi gibi bu felsefenin tüm değerlerini savunmaktadır. Deveye “boynun eğri” diyene, “nerem doğru ki “ demesi gibi Mevlana ve benzeri kişilerin üzerinde bulundukları felsefenin, Kur’an ile bağdaşması mümkün değildir. Bizler bu insanlara atfedilen yaldızlı sözlerin gizemine değil Hakk’a uygunluğuna bakmak durumundayız. Ancak dinden kastedilen Allah indindeki din olunca Allah Teâla bunu, “Allah indinde din İslam’dır. Kim İslam’dan başka bir din ararsa o ondan kabul edilmez.”(Ali İmran 3/ 84-85) buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir.

Bu ikazdan da anlaşılacağı üzere Allah katında İslam’dan başka bir din yoktur. Tüm peygamberler ile insanlığa göndermiş olduğu dinin adı İslam, kabul edenlerin adı da Müslim’dir,  Müslüman’dır. Fakat tasavvuf felsefesine göre Allah’ı sevmekle taşı sevmek, Allah’a tapmakla şeytana tapmak arasında fark yoktur. İbni Arabi bu konuyu bütün açıklığı ile ifade etmektedir: “Tüm kâinatta ne varsa hepsi Allah’ın görüntüsünden ibarettir. Bunun için her neye tapsanız yine Allah’a tapmış olursunuz. Çünkü “la mevcuda illa hu” ondan başka var olan hiçbir şey yoktur. Şeytan da Allah’ın öyle bir görüntüsüdür. Ona tapan da yine Allah’a tapmış olur.” diyebilmektedir. Aklıselim sahibi olan bir insan şöyle düşünmesi gerekmeyecek mi?:  “Allah, Peygamberleri boşuna mı göndermiş?, Yıllarca kâfir ve müşrikler ile boşuna mı savaştırmış?,  Gönderdiği kitapları da anlamsız yere mi göndermiş?, Nasıl olsa Allah’tan başkasına tapınmak mümkün değilmiş!… O zaman bunca eziyet ve bunca kavga ne diye yaşatılmış acaba demesi gerekmez mi?” Böyle bir anlayış Allah’ı ve peygamberi yalanlamak, tüm peygamberlerin tevhit mücadelesini tekzip etmek ve anlamsızlaştırmak, Nebevi gayretlerin tümünü hiçe saymak ve Kur’an’ın ortaya koyduğu Allah, peygamber ve din algısını görmezlikten gelmektir. Bunca yalanı ortaya koyan bir insanı ve ekolü İslamdan görmekte ayrı bir garabet ve ayrı bir hezeyandır. Allah bu insanlara akıl ve izan versin diyoruz.
  Soru 5: Vefat eden bir Müslüman için, taziyeden öncesi ve sonrası İslam’la bağdaştığına inanmadığım bazı uygulamalar var. Bu konuda İslam’a göre yapmamız gereken işlemler nasıl olmalıdır?
Cevap: Bir Müslüman’ın hayatta iken din kardeşini görüp gözetmesi üzerine bir borç olduğu gibi vefatı ile de onu teşyi etmek, namazını kılıp defin işlemlerini gerçekleştirmek tüm Müslümanlara bir görevdir. Ancak bunu bir kısım Müslümanlar yerine getirdiği zaman diğerlerinin üzerinden bu sorumluluk kalkar. Bunun için bu sorumluluk farzı kifaye olarak isimlendirilmiştir. Defin işlemlerinden sonra da geride kalan yakınlarına baş sağlığı ve taziyede bulunmak üzere gidilip gönül alıcı sözlerle,  konuyla ilgili ayetlerin okunup açıklanmasıyla teselli edici bir yöntem izlenir. Ev halkına ve gelen misafirlere yakınları tarafından ikramlarda bulunularak acıları paylaşılır.
Mezarın başında yapılan o görkemli merasimlerin, ölen kimseye kopya vermek için yapılan telkinlerin, “canına değsin” düşüncesiyle yemekler tatlılar ikram etmelerin halkın kendilerini rahatlatmak için yapmış olduğu teamüllerinden başka bir anlamı yoktur. Halkımız şunu bilmeli ki Kur’an’ı okumaya ve bilip yaşamaya ölünün değil dirilerin ihtiyacı vardır. Bunun da her insan için yaşarken hayatta iken yapılması gerekir. İslam, insanların dünya ve ahiret hayatlarını düzenlenmek için gönderilmiştir. Dünyayı da ahireti de hayatta iken kazanmamız gerekmektedir. Bu nedenle “ölmeden önce ölünüz” emrini doğru anlayarak ölmeden önce Kur’ani bir hayat yaşamaya çalışmalıyız. Bizler hayatta iken okuyup öğrenerek hayatımıza koymadığımız Kur’an’ı mezarımızın başında okutmakla hangi hatamızı düzelteceğiz, hangi günahımızdan vazgeçeceğiz? Hangi nasihatından öğüt alacağız. Ölmüşüz nasıl duyacağız? Allah buyurmuyor mu ki : “Ey Muhammed sen ölülere duyuramazsın, arkasını dönüp gidenlere de bir şey anlatamazsın.” Onun duyuramadığı ölülere biz nasıl duyuracağız? O hâlde hayatın gerçeklerine hayattayken gerektiği gibi riayet edelim ki, ölünce pişman olmayalım.
Müslümanların düşüncelerinin resmini Allahu Teâla, Bakara suresinin ilk ayetlerinde şöyle açıklamaktadır: “Onlar gayba iman eder. Namazı kılar, zekâtı verir, kendilerine verilen rızıktan da infak ederler. Sana indirilene ve senden önce indirilenlere de iman ederler. Ahirete de inanırlar. İşte hidayet üzere olanlar ve kurtuluşa erenler onlardır.”  Sonuç olarak yapılması gerekenler konusunu şöyle özetlemektedir: “Ey iman edenler; Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öylece korkun. Müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Ali İmran 3/102) Aksi hâlde sizi kimse kurtaramaz demektir.
 
Soru 6: Surelerin faziletleri ile ilgili rivayetleri nasıl buluyorsunuz?
Cevap: Bu konuda Resulüllah’ın diliyle surelerin faziletini anlatanlardan sizlere bir örnek vermek istiyorum:
Asr suresinin faziletine dair : (Peygamberin Dilinden Surelerin Fazileti bölümünden alınmıştır.)
Bu sure, şifa için yazılır, yazı suda silinip 70 defa okunur ve hastaya içirilirse hasta şifa bulur.
Bu sure; misk, safran ve gül suyu ile dört ayrı kâğıda yazılıp mal veya eşya olan yerin dört köşesine konulursa oradaki mal veya eşya muhafaza olur.
Bir düşmandan intikam almak için o niyetle siyah bir levha üzerine cumartesi günü zuhal saatinde Vel Asrı yazıp istediğin maksat üzerine o kişinin hanesine koy o kişinin hanesinden bereket kalkar ve harap olur.”
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup düşünün, insanlığın hidayeti için gönderilmiş bir kitap ve bu kitabın Asr suresi ki, içinde insanların kurtuluş reçetesini sunuyor.  İman etmeyi, salih amel işlemeyi ve Müslümanların birbirlerine hakkı ve sabrı tesviye etmeyi öğütleyen ayetlerine nasıl bir görev yüklediklerine bakar mısınız?
“Mürekkebini suda eriterek yetmiş defa okunup hastaya içirilecek hasta şifa bulacak. Dört ayrı kâğıda misk, safran ve gül suyu ile karıştırılıp yazılacak ve dört ayrı yere konularak eşyalar korunmuş olacak. Düşmanından intikam için siyah levhaya yazıp evinin bir yerine konulacak. Bundan sonra o evden bereket kalkacak ve ev harap olacak.” El insaf!..  Peygamberimiz ümmetine büyü yapmayı öğretmek için mi gönderilmişti yoksa insanlara faydalı olmak için mi gelmişti ya da onların hanesini harap edecek şeyleri öğretmek için mi gelmişti? Düşünmemiz gerekmiyor mu?
Bu sadece bu sure için söylenenler. Daha nice uydurulmuş afakî şeyler söylendiğini hurafe kusan kitaplarda göreceksiniz. Hiçbirisine itibar edilmez. Kur’an insanları hidayete götürmek için gönderilmiş bir kitaptır onun sureleri de ayetleri de ne haptır ne de muska. Onun şifa oluşu, insanların kafasını bulandıran küfür, şirk ve münafıklık hastalıklarınadır. İman hapını yutanların gönüllerindeki düşünsel bütün hastalıklarını tedavi eder. Ancak küfür ve şirkinden vazgeçmeyenlere herhangi bir etkisi olmaz.
“Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir, zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.” (İsra 17/82)
Eğer o tıbbi bir ilaç olsaydı kâfirler için de şifa olurdu. Onlar için de sonuç hüsran olmazdı. O ancak gönüllerdeki düşünsel hastalıklara şifa verir. Bu özelliğini icra etmesi için de ona yürekten inanmak gerekir. İnanmayanların ondan öğüt alması mümkün değildir.
“Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahmân’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.” (Yasin 36/11)
Surelerin faziletine dair söylenen sözler bu minval üzere devam etmektedir. Bunların gerçekle alakası yoktur. Allah’ın vahyini okuyanların bu hurafelere kulak vermesi mümkün değildir. Kur’an’ı anladığınız dilden okuduğunuz zaman sizi gerçeklerle yüzleştirecek ve doğru olanı öğretecektir.
“Şüphesiz ki bu Kur’an, insanları en doğru ve en sağlam yola iletir ve salih amel işleyen müminlere de büyük bir ecir olduğunu müjdeler.”(İsra 17/9)
.iktibasdergisi