Okuyucumuz Abdulaziz Turun kaleminden Ramazan Hoca için ironi dolu bir yazı...
BU KILIKSIZ RAMAZANLARI ÖLDÜRMELİ
Sen bize hiç benzemezdin, ölmeliydin Ramazan. Kılığın kıyafetin, şeklü şemalin ile bizden değildin Ramazan, ölmeliydin. İstediğimiz gibi bir bilgin, tahsilin, yazdığın kitap ve bir kürsün yoktu; kitapsızdın Ramazan, ölmeliydin. Çok sadeydin, basittin, üstelik konuşman da şiveliydi, ölmeliydin Ramazan. Hoş şeyler söylemezdin, rahatsız ediciydin; ölmeliydin Ramazan. Sevmezdik seni be Ramazan. Sana deli dedik, mülayimliğine inat sana şizofren teşhisi koyduk, akıl hastanelerine yatırdık. Uslanmadın be Ramazan, ölmeliydin. Taş ustalığımıza hayran olsun diye Diyarbakır’da dolaştırdığımız turistlerimizin bazılarını sen konuşmanla hayrette bırakırdın. Sabrın ve sükûnunla taşlarımızı bile çatlatırdın Diyarbakırlı Ramazan, sen ölmeliydin. Sen tipimiz değildin kılıksız Ramazan. Biz ki İslam izzet bulsun diye Tolstoy’u, Goethe’yi mezarında Müslüman yapan bir toplumuz, sende bir izzet görmedik be Ramazan, ölmeliydin. Gitmiş kahvehane açmışsın Ramazan, olmaz bu. Cafe açmalıydın, cafende seninle selfiler çekip paylaşabilmeliydik. Ama tipin buna müsait değildi, ölmeliydin Ramazan. Ne dediysek olmadı deli çocuk, oldurtmadın, ölmeliydin Ramazan. Hoca dedik, sosyal medya fenomeni dedik, deli sorular sorduk; istediğimiz cevapları almadık, ölmeliydin Ramazan. En zor, en manipülatif ve en felsefik sorularımıza, aha faka bastı diyeceğimiz yerde, Allah konuşturmuşçasına sade cevaplar verdin Ramazan. Oysa cevaplarınla alay ve gırgır konumuz olmalıydın çocuk, olmadı, ölmeliydin. Bir cemaatin, tarikatin, derneğin, grubun yoktu, ehlisünnet de değildin, icazetin de yoktu. Kalk ve söyle senin Müslüman olmana Allah’tan başka kim icazet verdi kara çocuk? Söyle ve öyle öl. Ne olursan ol gel diyenler, zünnara ve küffara bile hoşgörüyle yaklaşanlar da seni sevmedi. Ne iticiydin Ramazan, ölmeliydin. Bu dünyaya dair hiçbir yük koymamıştın omuzlarına. Evin barkın, kredin, araban yoktu, kuş gibi hafif uçup gittin. Zaten ölmeliydin Ramazan. Gittin belki Mekke’nin yetimi, Mısır’ın pelteği, Arabistan’ın Ebu Zeri ve masum Filistinlerle berabersin. Eğlenin orada biz gelene kadar. Orada da senden hesap soracağız Ramazan. Seninle hesabımız mahşere kaldı. Bekle geleceğiz. Ama mahşerde belki sana da toprağa diri diri gömülen kız çocuklarına sorulan o sorudan sorulabilir. Cevabını sen ver, bize bırakma Ramazan. Zor sorudur, afallarız. Telkin veren hoca da olmaz başımızda. Ne olursa olsun seninle bitmemiş bir hesabımız var bunu unutma. Ne ki ölmeliydin Ramazan. Ölmeni bu kadar diledik, ölümünle de rahat vermedin bize Ramazan. Düş yakamızdan kara kuru çocuk, kâbusumuz oluyorsun. Sana bunu yapan kitabı da leşini de ibreti alem için yakmalıyız çocuk. Biz onun nağmesiyle mest olmuşken ne diye içeriğinden haber veriyorsun? Seni öldürmeli Ramazan, seni öldürmeli… ve toprak da kabul etmedi dedirtmek için şehrin en işlek meydanına yarı beline kadar seni baş aşağı betona gömmeli. Hepimiz için ağır bir imtihan, ağır bir yüktün Ramazan. Ölmeliydin ama böyle değil. Ölümünle kimseyi diriltmemeliydin. Aah kara çocuk, tekrar diril ve kendi halinde öl. Seni kimsesizler mezarlığına gömelim. Dirin gibi ölün de mermerli mezarlıklarımıza uygun değil çocuk. Senin için derin bir kuyu kazmalı veya en yüce dağın başını oymalı. Ölümünle de kirlettin temiz dünyamızı. Olmadı çocuk, olmadı. Tekrar diril ve öl, tekrar diril ve öl ama bizim istediğimiz gibi öl. Allah’ın, yüreğine koyduğu merhameti mahşer günü de unutma yoksa hesabımız ağır olur çocuk. Ah Ramazan saymakla bitmez çoktu günahların. Seni kılıksız kara çocuk!.. Seni başımızın belası pervasız çocuk!.. Rahata erdin bari bizi rahat bırak çocuk…