ÜMMET OLAMAYAN COĞRAFYA’NIN KUR’AN’LA İMTİHANI

A. ARAF ARAT

VAN 4.06.2015 09:50:10 0
ÜMMET OLAMAYAN COĞRAFYA’NIN KUR’AN’LA İMTİHANI
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Müslümanlar Kur’an dışı kaynakların oluşturduğu anlam kaymalarından ve vahyin önüne geçen yabancı kültürlerin ortaya çıkardığı zihinsel taassuptan kurtulurlarsa yeni ve canlı bir ümmet bilincinin temelleri yeniden atılmış olacaktır.  

“Ey Rabbimiz, bizi Sana teslim olanlardan kıl ve bizim soyumuzdan Sana teslim olacak bir topluluk çıkar, bize ibadet yollarını göster ve tevbemizi kabul et: Şüphesiz yalnız Sensin tevbeleri kabul eden, rahmet dağıtan!” Ümmet ‘ümm’ kelimesinden türemiştir. Kur’an’da anne/ana, asıl, esas anlamlarında kullanılmıştır. Sözlüklerde cemaat, yol, din, nesil veya topluluk olarak geçmektedir .Kavram olarak; bir dinin ,bir dünya görüşünün ya da bir öğretinin dayanmış olduğu temel esasları ne ise, o esaslar üzerinde aynı yer ve zamanda bir araya gelerek o esaslara uygun yaşam biçimini ortaya koyan insan topluluğudur.

Ümmet kavramını herhangi bir coğrafya içinde yaşayanlar olarak tanımlayabilirsiniz. Fakat bir coğrafyanın adı olarak tanımlayamazsınız. Yine ümmet kavramını bir zaman kesiti içinde kullanabilirsiniz. Fakat yalnızca belli bir zaman kesitiyle de sınırlandıramazsınız. Ümmet kavramının oluşmasında esas olan bir dil, bir renk ,bir milliyet ,bir coğrafya ya da bir ırk değil, o coğrafya içinde yaşayan insanların bir araya gelme nedeni olan dünya görüşüdür. Kur’an’da 384 kere türevleriyle birlikte kullanılan kavm kelimesi bütün kullanıldığı yerlerde “toplum/ümmet” olarak kullanılmıştır. İslam ümmeti Kur’an’da tek bir millet olarak kullanılmıştır. (Enbiya/92). İslam Ümmeti Kur’an’da bir tek ilaha inanan ve yalnızca O’na ibadet edenler olarak tanımlanır.

Buradan hareketle İslam Ümmeti; Kuran’ı ahlak edinmiş bir toplumun, hayat düzenini O’nun içindeki ilke ve esaslara göre şekillendirdiği, tevhidi duruşunun evrensel adıdır. İslam toplumunun, siyasi ve sosyal ahlakını, peygamberin vahye dayalı bütüncül toplum anlayışıyla somutlaştırdığı tevhidi bütünlüğüdür. Bu özellikleri itibariyle de İslam’ın toplumsal ve siyasal bütünlüğünü temsil eden bir milletin, koordinatlarını vahyin belirlediği tüm zamanlara kodlanmış yeryüzündeki evrensel adıdır. Müslümanlar, İslami kavramların asli kaynağından uzaklaştırıldığı, yanlış anlam içeriklerinin hâkim olduğu, tarihsel ve zamanın despot yönetimlerinin dünyevi çıkarlarına göre şekillendirdiği coğrafyada yaşıyorlar. Bu coğrafyada yaşayanların mevcut durumlarından dolayı, nefislerindekini Kur’an’ın içindekilerle değiştirebilmiş bir ümmet tanımı ile yaklaşmamız zor görünüyor.

Ümmet kavramı, söz konusu coğrafyada yaşayan toplulukların hallerine bakıldığında Kur’an’ın tanımına uygun bir anlam ifade etmiyor. Ümmet kavramının günümüzdeki temsilcilerinin ortaya koyduğu toplumsal izdüşümü olan temel değerler, ilkeler ve esaslar Kur’an ahlakının belirleyiciliğinin çok uzağında. Bu coğrafyada yaşayan Müslümanların asırlardır temsil ettikleri siyasi, tarihi, sosyolojik ve dini anlayışları kendilerine ait olmayan dışarıdan dayatılmış ısmarlama yaşam biçimleri ve algılardır. İslam’ın kaynağına yabancı, içeriği tamamen boşaltılmış olan ısmarlama yaşam biçimleri ve kavramlar, Müslümanları yüzeysel, gündelik ve sığ tanımlara mahkûm etmiştir. Vahyin tanımladığı Ümmet kavramının içeriği tamamen boşaltılmıştır.

Kur’an dışı anlayışların yerleşmesiyle birlikte kendi özüne yabancılaşan Müslümanlar, İslam dışı düzenlerin nesnesi halini almıştır. İçeriği vahyin belirleyiciliğinden soyutlanmış bir Ümmet formatı, Fransız devriminin Modernist uzantısı olan ulusçuluk kavramı ile yeniden şekillendirilmiştir. Müslümanların konuştukları dilden tutun, dindarlık derecelerine, giyecekleri kıyafet ve de giyinemeyecekleri renklere, dinleyecekleri müzikten kimlerden olduklarının bilincine kadar bütün ölçütleri batılı sistemler tarafından belirlenmiştir. Batılılar, ümmet kavramı yerine, ısmarlama bir kavim, ırkçı temele dayanan bir ulus devlet kavramı yaratarak bu geniş coğrafyaya sistemli bir şekilde hâkim olmayı başarmışlardır.

Müslümanlar dışarıdan belirlenmiş, cetvelle çizilmiş sınırlarıyla ulus devlet yapılarına mahkûm edilmiştir. Zorlama bir modernleştirme sürecinden geçirilerek kendi bütünlüğünü oluşturan tarihsel içeriklerinden, köklerinden tamamen koparılmışlardır. İslam coğrafyası ve bu coğrafya’da yaşayan Müslümanlar kavmiyetçiliğin öne çıkarıldığı bir dünya görüşünün etrafında bir araya getirilerek kardeşlik bütünlüğünü yitirmiştir. Emperyalistlere uşaklık eden bölgesel yönetimlerin hâkim olduğu bu kadim coğrafya, emperyalist ve küresel küfür güçleri tarafından sömürülen, zulüm gören, aşağılanan, tecavüze uğrayan, mazlum insanların yaşadığı zulüm ve kan coğrafyasına dönüştürülmüştür. Bir zamanlar İslam Medeniyetinin kök saldığı, Kur’an’ın Ümmet kavramının yaşandığı coğrafya, Kur’an insanlara neyi emrediyorsa (Bakara 30) emredilenlerin tam tersinin yaşandığı bir coğrafya halini almıştır.. Müslümanlar fiili coğrafyalarından ziyade, zihinsel coğrafyalarında da sorunludurlar.

Müslümanların en önemli kavramlarından biri olan ümmet kavramı, zihinsel işgal neticesinde farklı anlamların yüklendiği, içi boşaltılmış İslami özünden uzak bir kavram haline getirilmiştir. Ümmet kavramı önce zihinsel dünyamızdan,sonra da bu coğrafya’dan koparılmıştır. Kur’an ‘ın uyarılarına ve Resulullah’ın bu doğrultudaki söylem ve uygulamalarına rağmen, Hicretten yarım asır kadar sonra bütün bu uyarı ve uygulamaları Müslümanlar tarafından göz ardı edilmiştir. Ümmet, kavram olarak zihinsel coğrafyamızda işlevsizleşmiş, Müslümanlarda yeryüzündeki sorumluluklarını terk etmişlerdir. Bugün İslam coğrafyasında ümmet kavramından bahsetmek mümkün değil, hayaldir. Ümmet kavramının bugünkü karşılığı bölünmek, parçalanmak, Kur’an’ın ilkelerine uymamak, birbirine düşman olmak, birbirinin aleyhine düşmanla işbirliği yapmak olmuştur.

Bu durum Müslüman coğrafyayı monarşik, demokratik, despotik ve diktatör yönetimlerin pençesine düşürmüş, emperyalistlerin firavunluklarını ilan ettiği coğrafyaya dönüştürmüştür. “İslam Birliği” adlı eserinde Muhammed Ebu Zehra bu durumu şöyle özetliyor: “Kur’an-ı Kerimi yabana attık. Resulullah’ın sünnetini göz ardı ettik. Allah’a kul ve Peygamber’e ümmet yerine, zalimlerin kölesi ve emperyalizmin sömürgesi olduk. Yeryüzünün zalimleri bizi paramparça etti, emperyalistler parçalayıp yuttu. Fırsat kollayanların avı olduk. Zelil etmek için Allah’ın ve hakkın düşmanları bize karşı yarış içindedirler. Hâlbuki bizler Allah’ın kitabı ve O’nun diniyle izzet bulmuşuz. İzzet, Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir.” İslam dünyasının içinde tortu oluşturmuş tarihsel sorunları var.

Müslümanlar ümmet bilincini terk ettikleri dönemler boyunca, sorunlarının çözümünü hep başka yerlerde arayarak, sorunlarını başkalarına havale etmişlerdir. Bunun sonucu olarak, Allah’ın razı olmadığı siyasi yapılar, kişiler, kimlikler ortaya çıkagelmiş ve sorunların çözümünün asıl kaynağından Müslümanları uzak tutmuşlardır. Müslümanları ümmet bilincinden uzaklaştıran, birbirine düşman bırakan İslam’ın öğretileri değil, siyasi, fikri ve kavmi görüş ayrılıkları ve iktidar çatışmaları olmuştur.   Ümmetin içindeki oldubittileri tetikleyen Müslümanlar, içeriden tutuşturdukları dinamitin fitilini kendi elleriyle ateşleyerek ümmet kavramını havaya uçurmuşlardır. İslam öncesi Mekke toplumundaki cahili Arap kabilelerinin kendi aralarında yaşadıkları cahili çekişmeler, Hicretten yarım asır kadar sonra İslam toplumu içinde yeniden uyandırılmıştır. Cemel ve Sıffin savaşları bu cahili uyanışın tezahürü olarak yaşanmıştır. Tarih boyunca sayısız savaşla da yaşanmaya devam etmiştir.

Tarihsel dediğimiz bu süreç yabancı kültürlerin de katkısıyla desteklenmiş ve aşılamaz bir hal almıştır. Müslümanlar Suriye krizi üzerinden bugün çok daha vahim olan yeni bir sürecin eşiğine getirilmiştir. Tarihte olduğu gibi, bugünde Müslümanlar tabularıyla birbirlerinin boğazına sarılmakta, birbirlerini kâfirlerin yaydığı haber ağı üzerinden tanımaya, dinlemeye ve takip etmeye çalışmaktadır. Müslümanlar, tarihin hiçbir döneminde kendilerini kâfirlerin açıkça birbirlerine karşı kışkırttıklarını gördükleri halde bu derece birbirlerine bilenmemişlerdi. Bu süreç İslam coğrafyasındaki asırlık tabuları daha da derinleştirmektedir… İslam coğrafyası, kendi içinde yüzyıllarca sürecek çatışmaların yaşanacağı, tarihin en kanlı coğrafyası olması tehlikesiyle karşı karşıyadır. İslam dünyası Kur’an’dan uzaklaşmanın bedelini çok ağır ödedi. Mezhep çatışmaları bir yana, İslam coğrafyasına İslam dışı,her türlü kâfir sistemi hâkim oldu. İslam dünyası her türlü sömürüyü, her türlü zulmü yaşadı. Bir Şii akademisyen olan Ahmet el-Kâtibi “Nedenleri Tarihte Kalmış Siyasi Ayrılık, Sünnilik /Şiilik/ İslam birliği” adlı eserinde şöyle diyor: “Sünniler ve Şiiler inanç noktasında birleşen, tarih ve siyaset planında ayrılan gruplar olup, zaman zaman karşılarına çıkan mezhep krizleri esasen totaliter ve despotik rejimlerin ürünüdür.

İki toplum arasındaki ihtilaflar, hayati ve güncel yönü olmayan hususlardır. Siyasal ve askeri savaşlar çıkarmak maksadıyla yürütülen propaganda savaşlarının etkisine kapılıp cüzi olumsuzlukları devasa sorunlara dönüştürmemek ya da Müslümanlar arasındaki ortak asgari müşterekleri zayıflatmamak gerekir. Bu tavrı ve konumu güçlendirmek için Kuran’a dönmek ve O’ndan yardım almak gerekir.” Müslümanlar Kur’anın ve Peygamber(as)’in sahih sünneti gereği, vahyin ilkelerini ortaya koyarak, kendilerini şirkin pisliğinden, her türlü İslam dışılıktan sıyırıp temizleyerek, Ümmet kavramını Kur’an’la yeniden inşa edecek olan basireti bir an önce göstermek durumundadır. İslam coğrafyasında ümmet olmaya aday olan Müslüman topluluklar, üzerlerindeki ölü toprağını atmalıdır. Kur’an’ı gereğine uygun okuyup, gereği gibi anlayarak, tüm dünyanın örnek alabileceği bir hayat nizamı haline getirmelidir. Müslümanlar, Ümmet kavramını Kur’an’ın sonsuz aydınlığında vahyin ölçülerine göre yeniden inşa etmelidir. Peygamber ve O’na inanan sahabeleri nasıl ki Medine de örnek bir ümmet modelini canlandırmışlarsa, Müslüman topluluklarda bu zengin coğrafya’da benzer bir ümmet modelini yeniden canlandırabilmelidir.

Tarih boyunca insanoğlunun gündemini en yoğun haliyle bu coğrafya’da yaşanılanlar belirlemiştir. İlk insan bu coğrafyada yaşamış, insanoğlunun ilk keşifleri buradan başlamış, peygamberler hep bu coğrafyadan çıkmışlardır. Bu coğrafya Allah’ın içinizde iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir topluluk mutlaka bulunsun dediği ideal insan topluluğunun ortaya çıkacağı sancılı bir coğrafyadır. İdeal İnsan topluluğu vahiyle inşa edildiğinde elbette ki “İslam ümmeti” olacaktır. İslam ümmeti vahiyle inşa edildiğinde yeryüzünün ideal insan topluluğundan başka bir şey değildir. Her şeye rağmen Müslümanlar ümmet kavramının bu coğrafyada ortaya çıktığının farkındadırlar. Müslümanlar Kur’an dışı kaynakların oluşturduğu anlam kaymalarından ve vahyin önüne geçen yabancı kültürlerin ortaya çıkardığı zihinsel taassuptan kurtulurlarsa yeni ve canlı bir ümmet bilincinin temelleri yeniden atılmış olacaktır.İyiliği emreden ve kötülükten nehiy eden bir topluluk olduğuna göre bu süreç başlamıştır.Vesselam.


. - See more at: http://www.iktibasdergisi.com/ummet-olamayan-cografyanin-kuranla-imtihani/#sthash.zbo3TixZ.dpuf