dinin korunması hakkı

Fatma PALA -

VAN 22.05.2013 12:48:27 0
dinin korunması hakkı
Tarih: 01.01.0001 00:00 Güncelleme: 22.05.2013 12:48

giriş

kabul edilmiş temel insan haklarından biri olan  'dinin korunması' , çoğunlukla kendisini dindar kabul eden bir toplum için en az sorunun yaşandığı bir konu olmalı idi, fakat dindar bir toplumun en az itibar ettiği konuların başında, insanın hakkı, değeri ve onuru geliyorsa, dinin, insandan daha değerli kabul edilen, insanın rahatlıkla gözardı edilmesine sebep olan 'şey'lerin lehinde bir işlev gördüğünü anlamak mümkündür.

bu sebeple kabul gören beş temel insan hakları üzerinde durmadan önce, gündemimize aldığımız insan haklarını nasıl bir atmosferde irdelediğimiz de önemlidir, çünkü  sözün bağlamı çoğunlukla sözün kendisinden daha önemli  olabiliyor.

insanın 'halife'liğinin altını ısrarla çizip, islamın insan hakları konusunda, (diğer tüm konularda olduğu gibi ) yeterliliğinin farkında olup, sözlü ve yazılı yollar ile farkındalık yaratılmasına çalışılsa da,   şeriatın mükemmelliği  vakaya tecelli etmediğinde, sözün kıymeti de, güvenirliliği de yitirilmekte.

insan haklarının önemini anlamanın en önemli engellerinden biri de, sorunun bilgi eksikliliği olmamasıdır aksine islam bilgisinin sektöre dönüşmesidir. herhangi bir konuda yeterli bilgi olmadığında, araştırma, inceleme ve bilginin paylaşımı farkındalık yaratabilir ve kazanılan farkındalığın akabinde, 'ne yapmalı' sorusu ağır adımlarla bile olsa  kişinin, toplumun gündemine gelebilir.

müslüman toplumda, farklı eğitim olanakları ile yetişen çok sayıda islam bilgini, çok sayıda kuran kursu hocası, müezzin, imam,hafız  ve gönüllü hocaların mevcut olmasından ve islami hassasiyetle yürütülen çalışmalarında çoğunlukla seminer, panel, sohbet, hutbe gibi farklı formatlardaki 'konuşmalar' dan oluşmasından  anlıyoruz ki, müslüman toplumun her konuda söyleyecek sözü vardır, sorun herhangi bir konuda söyleyecek sözünün olup olmaması değildir.

müslüman toplum, kendi inancının sektörüne de sahiptir diyebiliriz. farklı işlevler gören kurumları ve istihdam edilen çalışanı ile, tarım ve  sağlık alanı gibi bir sektördür de. dinin bir sektörün uzmanlık alanına dönüştürülmesinin pek çok sorunlu tarafı var fakat mevzu bu değil, bu tabloda müslüman toplumun islam hakkında bilgilenme sorunun olmadığı kanaatine varmak mümkün ve insan haklarının kullanılmamasının sebebi olarak 'cehalet' in geçerli mazeret olmadığını da anlıyoruz.

 

'kişi bilmediğinden sorumlu değildir' denilir, bu durumda müslüman toplumun, kendi inancı hakkında sığınabileceği bir cehalet kalkanı yoktur. şeriatın aksine, realitesinde 'insan' ın akıl, can, mal, nesep haklarının tümünde ihlallerin yaşanmasına rağmen, bu sorunların  önüne geçecek iradeyi ortaya koymuyorsa, toplumun çoğunluğunun bilerek veya bilmeyerek bir tercihe taraf olunduğunu ve bu tercihinin de, uykusunun dahi hayırlı olduğu kabul edilen alimler tarafından belirlendiği, sonuca bakarak söyleyebiliriz.

son şeriat islamın, evrensel kitaba dönüşen her bir ayeti de bizzat resulullahın dilinde ilkin sözcüklerin kalıbına giriyordu ve doğal olarak değişim söz ile başlıyordu ve resulullahın kendi ömrünün seyrinde sözün topluma, insanlara dokunabildiğini, şeriat öncesinden devralınan realite içinde, tekamülün mümkün olabileceğinin örneklerini verdiğini biliyoruz.

fakat peygamberin, dinin ve kitabın değişmemiş olmasına rağmen, doğrudan islamın referans alındığı ortamların pek çoğunun kendi şeriatini uygulamaktan acze düştüğünü ve geleneksel dini yaşamın dışında kalan, islamcı gelenekte yer almamış veya bezmiş olanlar açısından da, güvenilirliğini yitirdiğini de fark etmemek mümkün değildir.

müslüman toplumun  'dinin korunması' hakkı ile islam dışındaki dinlere karşı gösterilen merhametsiz ve adaletsiz yaklaşımlardan vazgeçmesini beklemek, kendi dinini tahrif etmekten vazgeçmesine bağlı olarak gelişebilir.'dinin korunması' hakkı, müslüman toplum açısından öncelikle islamın korunması ile başlayabilir.

islam, bizzat müslüman tarafından ekmek kapısına dönüştürüldüğünde, Kuran binlerce baskısı yapılan bir nesneye dönüşüyor ve diyaneti, kuran kursu, vakıfları ile hakim din sayılan islam, devlet tarafından sürekli yok sayılan azınlıktaki mezhep ve inançların sahip olduğu 'hak' iddasında olma durumundan dahi yoksun kalıyor.

hakları inkar edilen azınlıktaki inançlar, devlet ile aralarında bulunan mesafe sayesinde, müslüman bireylerden daha yakın mesafede özgür ve bağımsız akla yakın durabilirler.fakat müslüman  için aynı şey mümkün değildir, bir ürünün patentini alan şirketin ürün üstündeki tasarruf hakkı gibi, devlet de islamı sektöre dönüştürüp bu yolla insanları istihdam ettiğinde, islam arz ve talep üzerinden pazarda yerini alıyor ve pazarı yönlendiren görünmez el ise doğrudan sektörü oluşturana ait.

devletin himayesine alınan islamı, bu yoldan rızkını kazanan insanlar aktardığında, toplumda devletin, gücün, iktidarın kutsanması her zaman korunuyor ve kendini koruyamayan din, metin üzerinde insanın halifeliğini belirtse de, müslümanlar kendilerini eşrefül mahlukat olarak görsede, fiilen, insanın aşağıların en aşağısına düşüren tüm ihlallerde çoğunluk olarak tercih 'insan' olmuyor.

velhasıl herhangi bir konuda, islama yönelip cevabı bulmak istdeğimiz de, bilginin nerde-nasıl oluştuğu ve bilginin kimin diline sahip olduğu bizzat dinin kendisi kadar önemli olmuştur ve müslüman ile islamı birbirinden ayırabilmek, devletin kutsandığı coğrafyamızda özellikle insan hakları açısından çok önemlidir.

zorunlu olarak dile ve sözcüklere  başvuruyoruz, dinin korunması hakkı na girmeden önce  bu giriş ile sadece dinin korunması hakkı değil, aklın,malın,canın ve nesebin korunma haklarının da 'ne olduğu' sorusunun cevabının, müslümanın realitesi ile çarpıtılabileceğinin altını çizmeyi, hakkaniyetli olabilmek için gerekli olduğu kanaatindeyim.