Bilinmesi gereken, Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve en kalabalık ülkesi, Rusya’nın ise, dünyanın ikinci büyük askeri gücü, arazi olarak en genişi ve Batı karşısında sistem üretebilmiş tek ülke olduğudur… Genelde uluslararası sorunlarda Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkilerini de türdeş bir şekilde kullanmaktadır. Bu vasıflarından hareketle, Moskova ve Pekin yeni dünya düzeninde oyun-kurucu güçler olarak hem bölgesel politikalarda hem de uluslararası ilişkilerde başat roller oynamaya başladılar.
Rus-Çin ilişkilerini eski komünist ideolojinin ‘enternasyonalist saflığı’ ile tanımlamak 21. yüzyılın turbo-kapitalist dünya sisteminde artık bir anlam ifade etmiyor. Bu yeni dönemin parametreleri içinde her şeyden önce bilinmesi gereken, Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve en kalabalık ülkesi, Rusya’nın ise, dünyanın ikinci büyük askeri gücü, arazi olarak en genişi ve Batı karşısında sistem üretebilmiş tek ülke olduğudur. Dahası bu iki ülke Birleşmiş Milletler’in beş daimi üyesi arasında bulunurken, genelde uluslararası sorunlarda Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkilerini de türdeş bir şekilde kullanmaktadır. Bu vasıflarından hareketle, Moskova ve Pekin yeni dünya düzeninde oyun-kurucu güçler olarak hem bölgesel politikalarda hem de uluslararası ilişkilerde başat roller oynamaya başladılar.
‘ORTAK DÜŞMAN’ BATI’YA KARŞI RUS-ÇİN YAKINLAŞMASI
Rusya ve Çin’in arasında gelişmekte olan ilişkiler bu iki ülkeyi Batı karşısında yeni bir blok siyasetine yöneltirken, Avrasya bölgesini de yeniden dünya politikalarının merkezine taşımaktadır. Kırım’ı ilhak edip, Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçı savaşa destek veren ve Suriye’ye müdahil olan Moskova’nın Batı’nın ekonomik yaptırımları ve düşen petrol fiyatları sonucunda Çin ile yakınlaşması kaçınılmaz hale gelmiş görünüyor. Bu anlamda Çin, Rusya’nın Asya’ya dönüşünü sağlayacak ülke olarak öne çıkıyor. Diğer taraftan Vladimir Putin’in daha ilk yıllarından beri özel önem atfettiği ‘yakın komşuluk’ politikaları ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleriyle yeniden bütünleşme adımları Rusya’nın yeni Avrasyacı jeopolitiğinin ana hatlarını oluşturuyor.
Çin açısından ise Avrasya’ya, yani Batı’ya doğru açılmak, Devlet Başkanı Xi Jinping’in dış politikadaki geleneksel Asya-Pasifik yönelimi, eski İpek Yolu ülkeleriyle kurulacak yeni işbirlikleriyle hem güçlendirmek hem de dengelemek anlamına geliyor. Zira Xi 2013 yılında iktidara gelir gelmez bu politikayı hayata geçireceğinin sinyallerini resmi bir ziyaret için gittiği Kazakistan’da duyurdu. Çin’in ekonomik temelli motivasyonları özellikle Orta Asya bölgesinde jeopolitik ve güvenlik anlamında Şangay İşbirliği Örgütü’nün daha aktif hale getirilmesini zorunlu kılarken, Hindistan ve Pakistan gibi kadim komşularının da Örgüte üye olmalarını sağladı.
Diğer taraftan Amerikan askeri-siyasal gücünün Asya-Pasifik’te artan bir şekilde hissedilmesi, özellikle Pekin’in Güney Çin Denizi’nde inşa ettiği yapay adalar sorunuyla beraber daha da görünür hale geldi. ABD’nin bölgesel müttefikleri Japonya, Güney Kore ve Avustralya ile beraber Çin’i çevreleyici adımlar atmaya başlaması, bu ülkeyi de Rusya ile daha yakın ilişkiler geliştirmeye yöneltti. Bu eğilim geçen sene NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerini daha fazla silahlandırma ve asker sayısının arttırılmasını da kapsayan askeri programını açıklaması ve Washington’ın Tokyo ve Okinawa’daki Japon üstlerindeki askeri varlığını arttırma yoluna gitmesiyle zirveye çıktı. Batı’nın kendi bölgelerindeki politik ve askeri manevralarına İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 60. yıldönümünü geçen sene Kızıl Ordu ve Halkın Kurtuluşu Ordusu’nun devasa askeri törenleriyle hem Moskova’da hem de Pekin’de Putin ve Xi’nin katılımıyla kutlayan Rusya ve Çin bu ittifakın ciddiye alınmasını muhataplarına anlattılar. Pasifik Okyanusu, Akdeniz ve Ohotsk Deniz’inde yapılan ortak askeri tatbikatlar da Batı’ya verilen birer gözdağı olarak algılandı.
RUS-ÇİN İLİŞKİLERİNİN EKOPOLİTİĞİ: “ALTYAPI ÜSTYAPIYI BELİRLER”
Kazan-kazan ilkesi prensibince geliştirilmeye çalışılan Rusya-Çin ekonomik ilişkileri iki ülkenin daha fazla yakınlaşmasını sağlayan parametrelerin başında geliyor. Doksan milyar doları bulan dış ticaret hacmi her ne kadar Çin lehine gelişse de bu iki ülke sosyalist sistem sonrasının ekonomik rasyonelliği üzerine kurulan yeni bir ilişki biçimi geliştirmektedir. İki ülkenin de Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmasıyla beraber gelişen ekonomik ilişkiler Çin’i Rusya’nın bir numaralı ticari ortağı, Rusya’yı ise Çin pazarında hatırı sayılır bir aktör olarak yaptı.
ÇİN 2018’DE RUS GAZININ EN BÜYÜK ALICISI OLACAK
Dolayısıyla uluslararası diplomasi ve örgütlerde reel-politik çıkarlar üzerinden hareket eden Rusya ve Çin’in ikili ilişkilerini belirleyen en önemli değişken ise ekonomi olmaya başladı. Bu minvalde Çin, Rusya’nın hidro-karbon kaynaklarını satmakta olduğu en önemli sabit pazar haline geldi. Öyle ki 2014’te varılan ve 400 milyar doları bulan iki büyük gaz anlaşması ile Çin 2018 itibariyle Avrupa’yı geçerek Rus gazının en büyük alıcısı olacak. Bu durum Moskova için Batı’nın enerji jeopolitiğinin sınırlayıcılığından kurtulmak anlamına gelirken, Pekin’in hızlı büyüyen ekonomisinin sürekli artan ve doymak bilmeyen enerji ihtiyacının uzun seneler boyunca kesintisiz olarak karşılanması demek oluyor.
Çin, 2000’lerin başında hız verdiği ve çoğunlukla etnik-ayrılıkçı Doğu Türkistan ve Tibet bölgesini içine alan Batı Çin’i geliştirme perspektifini İpek Yolu Ekonomik Kemeri ile Orta Asya ve Rusya’ya da yayarak bu bölgelerdeki altyapı yatırımlarının en büyük iştirakçisi konumuna yükseldi. Bütün bu ticari ilişkiler ise, iki ülkenin kendi paralarını kullanarak Asya piyasalarının dolardan kurtulmasının önünü açan finansal bir işbirliğini doğurdu. Bu işbirliği hem üyesi oldukları BRICS grubu ülkeleri arasında hem de diğer bölgesel ve uluslararası ekonomik örgütler bünyesinde artarak devam edecektir. Kısaca toparlarsak, Rusya ve Çin karşılıklı ekonomik bağımlılığı artan iki ülke olarak, Asya ve geniş Avrasya bölgesinde birbirlerini yeniden keşfediyor.
PEKİN-MOSKOVA EKSENİNİN AÇMAZLARI
Rusya ve Çin ilişkileri büyük fırsatları aralarken, içinde bazı riskleri de barındırıyor. Bu risklerin başında ise, Çin’in ekonomik yayılmacılığına Rusya’nın aynı oranda cevap veremeyecek olması geliyor. Çin’in ekonomik ilişkilerdeki bariz mukayeseli üstünlüğü ve sağlam makro-ekonomik dengeleri karşısında Rusya’nın kırılgan ve enerji kaynakları ve askeri sınai kompleksine dayanan ekonomisi Moskova için önemli bir risk olarak ortada duruyor.
Dahası bu iki ülkenin ortak etki alanı olan Orta Asya ülkeleri, Putin Rusya’sının Avrasya Ekonomik Birliği ile yeniden Rus yörüngesine kazandırılması gereken bir alan olarak görülürken, Çin’in İpek Yolu Ekonomik Kemeri ile Avrasya’ya yani Rusya’nın kalbine doğru uzanması orta ve uzun vadede Kremlin tarafından kabul edilemez bulunacaktır. Bu türden bir çekişme hâlihazırda mesela Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan üzerinde fazlasıyla hissediliyor.
Rusya ve Çin, Batı karşısında uğradıkları konjonktürel hayal kırıklıklarını özellikle ticari işbirliği ve askeri-jeopolitik yakınlaşma ile aşmaya çalışıyor. Ancak bu balayı döneminin ne kadar süreceği ise, Batı’dan gelecek yeni adımlar ve bu iki ülkenin bölgesel politikalarındaki başarılarıyla doğru orantılı olacak. Bu anlamda, Rusya’nın örneğin Suriye müdahalesindeki başarısı veya başarısızlığı, Türkiye ile olan kriz halinin geleceği ve Ukrayna krizinin bundan sonraki durumu önemli belirleyicilerden olacaktır. Çin’in ise Asya-Pasifik krizlerindeki tutumu, ABD, Japonya ve Hindistan ile ilişkilerindeki seyri ve küresel ekonominin orta vadedeki görünümü Rusya ile olan ilişkilerinin muhtevasına da yön verecektir.
Yenişafak/ Eşref YALINKILIÇLI/ ARAŞTIRMACI