SABRİ YALÇINKAYA


Alyarlı Şeyh Ahmet

Alyarlı Şeyh Ahmet


Alyarlı Şeyh Ahmet

 (Bölüm:5)

         Doğu Anadolu bölgemiz orman açısından çoraktır. Dağlar çıplak, köyler dahi yeterince yeşil değildir. Bu olumsuz durumda; coğrafyanın ve iklimin etkisi vardır. Ancak insan hataları da büyüktür. Tabiat sevgisi ve bilinci yeterince yerleşmediğinden, yeşil alanlar insan eliyle kıyıma uğramakta zarar görmektedir.

        Alyar köyü, orta genişlikte bir vadiye kurulmuş olup, Vadinin her iki tarafında söğüt bahçeleri vardır.   Bu yeşillik köye bir hoşluk katmaktadır. Adeta çölde bir vaha gibidir. Vadi takriben beş kilometre kadar uzayıp yaylaya varmaktadır. Vadi boyunca, yayladan ta Murat Nehri’ne kadar şirin bir ırmak uzamaktadır. İlkbaharda taşların ve ağaçların arasından coşkuyla akan ırmak, ne yazık ki yazın kurumaktadır. Derenin içi, köyden yaylaya kadar ince bir şerit halinde, dişbudak (bınav) ağaçlarıyla doludur.

        Çevre köylerde, betonarme olmayan; ev, ahır, tandır evi, killer gibi yapıların inşasında bu dişbudak ağaçlarına ihtiyaç duyulur. Önce inşaatın duvarları örülür. Sonra özellikle Erciş ilçesinden alınmış olan kavak ağaçları döşeme olarak kullanılır. Onun üzerine Alyar’ın dişbudak ağaçları çaprazlamasına bırakılır. Oluşturulan dama sırasıyla; Ot, saman ve toprak yayılır…

Çevredeki insanlar ağaç ihtiyaçlarını gidermek için Alyar köyüne gelirler. Kürtçede; “Göndeke, rındeke” diye bir deyim vardır. Yani köyde tek bir güzel vardır, herkesin gözü ondadır. Anlamında kullanılmaktadır. Bu deyim Alyar’ın durumunu çok iyi ifade etmektedir. Köylüler yoğun ağaç talebi karşısında; hem ağaçlarını korumak isteyip kimi insanları boş çevirirler, hem de bazı dostlarını kıramazlar mecburen onlara müsaade ederler. Bu döngü böylece sürüp gider…

Atına binip Murat nehrini geçmiştir. İstikamet Alyar köyü... Yeni yaptığı ahırı için bir araba ağaç ihtiyacı vardır. Acaba kimden istese? Kim onu boş çevirmez? Bütün Alyarlıları tanımaktadır. Yol boyunca; ölçer, biçer, tartar en sonunda isteğini, Şeyh Ahmet’e söylemeye karar verir.

Misafir atından iner, Ahmet amcaya selam verir. Güler yüzle karşılanır. Odada otururlar, amcanın hanımı onlara çay hazırlamak için uğraşmaktadır. Hoş beşten sonra misafir Ahmet amcaya döner.

- Ben senin dostun olarak geldim. Bir araba ağaca ihtiyacım var. Bu konuda bana yardımcı olmanı istiyorum.

Ahmet amca düşünür taşınır. Misafirin ihtiyacını karşılamak ister. Ancak ağaçlar zarar görecek, nesilleri kuruyacak düşüncesiyle onlara da kıyamaz. Açıklama yapıp yok dese; maalesef saf olan misafirin anlama ihtimali yok. Onu küstürmeden meseleyi halletmenin bir yolunu bulması gerekir. Aklına gelen planı uygulamak düşüncesiyle hanımına seslenerek sinirli bir şekilde; “Hanım tüfeğimi getir!” der. Netice itibariyle amcanın hanımı da eşinin tedrisatından geçtiği, onun huyunu suyunu bildiği için uyum sağlamakta zorluk çekmez. Aslında silahları yoktur. Ama yine de; “ Tamam getiriyorum” der. Evin diğer bölümüne geçip, bir kürek sapına bir bez sararak tüfek süsü verir. Onu getirip beyinin yanına bırakır. “Al sana tüfeğin” der. Misafir kıpırdanıp durmakta, endişelenmekte, meseleyi anlamaya çalışmaktadır.

-Tüfeği ne yapacaksınız?

-Tüfeğe ihtiyacım var. Senin gibi bir dostum, gelmiş benden bir araba ağaç istiyor. Seni boş çeviremem ki. Ama biliyorum ki ben sana ağaçları verirsem, muhtar olan amcamın oğlu kabul etmez.  Mecburen kavga edeceğiz. Belki de kavga ölümle sonuçlanır!

- Hayır, hayır ağaç mağaç istemiyorum. Benim yüzümden olay olmasın!

-Yok, kabul etmiyorum, sen o ağaçları götüreceksin!

-Hiç bir şey istemiyorum. Aha ben gittim!

Misafir atına binmiş, hafif eğimli olan düz yolda dürt nala hayvanı sürmektedir. Hava ceketinin eteklerini şişirerek kaldırıp indirmekte, gülümseyen bakışlar altında uzaklaşmaktadır. Giderek küçülen görüntü, gözden kaybolur. Plan işe yaramış; misafir küstürülmeden ağaçlar korunmuştur…