KUR’ANIN ANLAŞILMASINDA BAĞLAMIN ÖNEMİ
Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından apaçık bir Arapça ile kutsal kitapların bir devamı ve sonuncusu olarak Hz. Muhammed’e (s.a.v) melek vasıtasıyla indirilen vahye verilen isimdir. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerimi apaçık (mübin) bir kitap, hidayet rehberi ve rahmet kaynağı olarak betimlemektedir.
Kur’an’ı anlama veya doğru anlamını tespit etme sorunu, Müslümanların hayatla bağlarını kurarken, Kur'ana dayanma ve Allah’ın emirlerine uygun bir hayat sürme endişeleriyle paralel yürümüş bir etkinliktir. Tefsir ve fıkıh etkinliklerinin örgütlenip bir bilim dalı haline gelmeleri bu endişenin bir sonucudur. Tefsir başlangıçta Allah’ın vahyinde kapalı olan lafızları açarak anlaşılır kılma şeklinde başladıysa da, Kur’an ifadelerinin farklı anlamlara sahip olması ve bağlamıyla çok sıkı bir ilişki içinde olan ayetlerin bağlamından koparılması halinde anlamlarını büyük ölçüde yitirebilir olması, Kur’an üzerinde yoğunlaşan âlimleri Kur’an’ın nesnel anlamının imkânlarını belirlemek amacıyla bazı kıstaslar ortaya koymaya ve Kur’an’ın anlaşılmasında yardımcı olacak sebeb-i nüzul, mekki-medeni, nasih-mensuh ve garip kelimelerin açıklanması, vahiy ortamını dikkate alan kavram ve usuller geliştirerek tefsir disiplinini oluşturmaya sevk etmiştir.
Kuşkusuz Kur’an’ı kerimi anlamanın önemli enstrümanlarından biri de tarih ilmidir. Kur’an-ı kerimin belli bir mekanda ve tarihte nazil olması, ayrıca Kur’an-ı kerimde bir çok tarihi olaya atıf yapılması Kur’anın anlaşılmasında tarihe başvurmayı zorunlu kılmaktadır. Bundan hareketle Kur’an – Tarih ilişkisini sebebi nüzul ve vahyin bağlamı çerçevesinde incelememiz uygun olacaktır.
1. Sebeb-i Nüzûl
Kur’an-ı Kerim, 20 yıl gibi uzun bir zaman diliminde, bir kısmı bazı sebeplere dayanarak bir kısmı da hiçbir sebep olmadan nazil olmuş bir kitaptır.
Nassların sınırlı, olayların sınırsız olması ve yeni olaylara Kur’an’ın hükmünün aktarılması öncelikle hükmün illetinin doğru bir şekilde tespit edilmesini zorunlu kılmaktadır. İlletin doğru bir şekilde tespit edilmesi ise sebeb-i nüzulün bilinmesine, nüzul sebebi yok ise ayetin indiği genel bağlamın yani tarihsel ve toplumsal bağlamın tespit edilmesine dayanır. Nüzul sebeplerinin hükmün illetinin tespitinde önemli faydaları olduğu gibi, lafızların delaletlerinin belirlenmesinde ve şari’in maksadının tespitinde de önemli rolü vardır. Zira bağlam, konuşan ve dinleyen arasındaki uzlaşıya dayanmaktadır. Bu bağlamda kelimelerin manaya delaletini belirlemek önemli ölçüde sözün gerçekleştiği bağlamın tespitine dayanmak durumundadır. Kur’an- ı Kerimde genel olup has kastedilen yine has olup genellik ifade den kelimelerin delaletlerinin tespiti, bir ölçüde metin içi göstergelere dayanıyor ise de bunun önemli ölçüde bağlamın tespitine dayandığı açıktır.
2. Vahiy Ortamı
Vahiy ortamını metnin delaletinin tespiti açısından önemli kılan husus, Kur’an’ın nazil olduğu ortamla sıkı bir ilişkisinin olmasıdır. Kur’an-ı Kerim Arapça lisanıyla nazil olan bir kitap olduğu gibi aynı zamanda Arap dil sanatlarını kullanan ve onların zihnine hitap eden bir kitaptır. Dolayısıyla ayetlerin anlamlarının tespiti öncelikle kelimelerin kültür içindeki kullanımlarının tespitini ve o dönemde ayetlerinin nasıl anlaşıldığının tespitini zorunlu kılmaktadır.
Nüzul sebeplerini ve vahyin nazil olduğu tarihsel bağlamı bilmenin önemli sebeplerinden biri de İslam toplumunda Hz. Peygamberin vefatından sonra soyal- siyasal nedenlerle ortaya çıkan fırkaların kendi görüşlerine meşruiyet kazandırmak için kendi görüşlerini Kur’ana arzetmeleri ve ayetlerin bağlamından koparılarak hiç ilişkisi olmadığı konularda delil olarak kullanılmasıdır. Kuşkusuz bu durum Kur’an ayetlerinin aşırı yoruma tabi tutulmalarını beraberinde getirmiştir. Bu durmdan kaçınmak için ayetlerin sebei nüzulünü ve vahyin tarihsel bağlamını bilmek önem arzetmektedir. Örneğin Kelamcılar, Kur’anın azil olduğu tarihsel vasatı ve o dönemde yaygın olan örf, adet, gelenek, inanç ve anlayışları göz ardı ederek h. I. arın sonunda ortaya çıkmaya başlayan felsefî- kelamî problemleri, Kur’an’a arz ederek ve farklı bağlamda nazil olmuş ayetlerin bağlamla, siyak sibakla, ayet çerçevesi ile olan sıkı ilişkisini göz ardı ederek görüşlerinin temellendirilmesinde kullanışlardır. Bu bağlamda kelamcılara yöneltilebilecek en öneli tenkit, onların nüzul sebeplerini, ayetlerin nuzül ortamını göz ardı ederek ayetleri kendi görüşlerinin temellendirilmesinde kullanmaları, kendi görüşleriyle uygunluk arz etmediğinde ayetleri yorumlamalarıdır.
Şatıbî’ye göre Kur’an’ı anlamak için gerekli ilimlerden biri de Kur’an indiği sırada mevcut bulunan, söz, fiil ve hareket tarzlarıyla ilgili Arap adetlerini bilmektir. Özel bir nüzul sebebi yok ise Kur’an ilmine dalmak isteyen kimse için bu ilim zarurîdir. Örneğin “Allah için hac ve umreyi tamamlayın” ayeti, O dönemde Arapların hac ile ilgili örfleri bilinmez ise anlamı muallakta kalacaktır. Mekkelilerin kendilerini diğer insanlardan üstün gördükleri için Arafat’a çıkmadıkları bilindiğinde “hac yapın” yerine “haccı tamamlayın” ifadesinin kullanılmasının anlamını çözecektir.
Bağlamın Kur’an’ın anlaşılmasındaki rolünü ortaya koymak için Necm suresinin 19-23 ayetleri bağlamında konuyu ortaya koymak istiyorum
Rabbimiz bu ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
19-20-Kuşkusuz Lât ve Uzza ve diğer üçüncüsü olan Menat'a?
21-Erkek size de, dişiler O'na mı?
22-Öyle ise bu çok insafsızca bir paylaştırmadır.
23-Onlar ancak sizin ve atalarınızın (ilah edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar (putperestler)yalnız zanna ve nefislerin arzusuna tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rableri katından yol gösterici gelmiştir.
Peki Yüce Rabbimiz bu ayetlerde ne demektedir. Tarihe başvurmaksızın bunu anlamak mümkün müdür? Kuşkusuz bu ayetler o dönemin sosyal yaşamı ve dini durumu ile yakından ilgilidir. İsterseniz önce dini durumla ilgili kısmına bakalım:
Bilindiği gibi Kuzey Arabistan, özellikle Amr b. Luhay ile birlikte Mezopotamya ve Güney Arabistan politeizminden ciddi anlamda etkilenmişti. Putperestlik, bu bölgelerden, içinde Mekke’nin de bulunduğu Hicaz’a yayılmıştı. Başta Ha Ba’l (Hubel) olmak üzere İs’af, Naile… gibi birçok put Mekke’ye getirilip yerleştirilmiş, insanların bunlara tapmaları sağlanmıştı. Politeizmin Arap Yarımadasına sirayetinden sonra her Arap kabilesi kendine ait bir put edinir olmuştu.
Menat, Evs ve Hazreç kabilelerinin ibadet ettikleri putuydu. Kudayd bölgesinde bulunan Muşellel’de yer alıyordu. Eski putlardan biri olan Menat Babil tanrıçalarından biri olup İslam öncesi Nebati kitabelerinde de adı yer almaktadır. Hicaz Araplarının tapa geldikleri bu tanrıçanın adını çocuklarına da vermekteydiler. Abdumenat, Zeydumenat, Evsumenat, Sa’dumenat bu isimlerden bazısıdır. Nebatilerin Menatu olarak tesmiye ettikleri bu tanrıça Cahiliye dönemi Araplarının kaza ve kader tanrıçasıydı.
Lat: Kültü Taif’te bulunan Lat, kadim Arap tanrıçalarından biri olup Nebati ve Tedmur yazıtlarında adı geçmektedir. Babil bölgesinden Hicaz’a getirildiği ifade edilen Lat’ın Nebatilerce mutluluk tanrıçası olarak benimsendiği ifade edilmektedir.
Uzza ise Suriye bölgesinde olup Kureyş Kabilesinin tanrılarından biri idi. Güç, kuvvet, kudret ve verimlilik tanrıçası olup üç ağaç ile temsil ediliyordu.
Her kabile edindiği bu yeni tanrısına da diğer kabilelerden farklı ibadet şekilleri geliştirmişti. Örneğin; Evs ve Hazreç kabileleri, Mekke’ye hacca gittiklerinde herkesle beraber vakfeye durur, ancak başlarını tıraş etmez, oradan Muşallel’e gider, başlarını putları olan Menat’ın huzurunda tıraş ederlerdi. Böyle yapmamaları durumunda haclarının kabul olmayacağına inanırlardı. Kureyş ise, Ha Ba’l putunu sadece günlük işlerinde değil hemen hemen her alanda bir karar mercii olarak kabul ediyorlardı. Kabe’nin yanına yerleştirilen putun önünde yedi fal oku bulunurdu. Her birinin farklı bir işlevi vardı. Evlenme, yolculuğa çıkma vb. gibi herhangi önemli bir işi olan şahıs buraya gelir, fal oku çeker, çıkan oka göre hareket ederdi. Tanrının kararı gibi algılanan fal oklarından çıkan karara muhalefet edilmezdi. Bilindiği gibi Hz. Peygamber’in dedesi Abdulmuttalip de oğullarından birini kurban etmeye karar verdiği zaman buraya getirmiş, fal oku çekmiş, oklar Abdullah’ı gösterince de onu kurban etmeye karar vermişti.
Bu putların üçü dişi yani tanrıça olarak kabul ediliyordu. Zaten Mekkeliler sadece bunları değil aynı zamanda melekleri de dişi kabul etmekteydiler. Oysaki aynı insanlar kadına bir değer vermez, diri diri gömer, Kuran’ın ifadesiyle kız çocuğu doğan kişi bunu bir zül olarak algılar ve kızı doğdu diye öfkesinden kıp kırmızı kesilirdi. Gelin görün ki aynı insanlar Yüce Allah’a kız izafe etmekte Lat, Menat ve Uzza’nın Allah’ın kızları olduğunu söylemekteydiler. İşte yüce Rabbimiz bu ayetlerle Mekke müşriklerinin nasıl bir çelişki içerisinde olduklarını bize anlatmaktadır.
Sonuç olarak bu örnek bize Kur’an’ı anlamamızda tarihin katkı sağlayan önemli verilerden biri olduğunu göstermektedir. Yine bu örnekler bize Kuran dışı bilgilerin Kuran’ı anlamamıza önemli katkılar sağlayacağını, bu nedenle de tarih bilmenin de tefsir yapmak için gerekli olduğunu hissettirmektedir.