Fatma ERDEMCİ


BAŞKASININ ÖLÜMÜ.

BAŞKASININ ÖLÜMÜ.


BAŞKASININ ÖLÜMÜ.
Ölmek deyince hep aklımıza başkasının ölümü gelir. Ölümü kendimize ve sevdiklerimize hiç yakıştırmadığımız, bir hakikattir. Eğer her nefsin tatması kaçınılmaz olan ölümü başkası yaşarken bir tiyatro oyunu seyreder gibi değil de empatiyle düşünüp hareket edebilseydik o zaman ülkemizde ve dünyada mütemadiyen yaşanan ölümlere karşı bu kadar vurdum duymaz olmazdık.
Ama anlaşılan o ki başkasının ölümüne karar vermek pek kolay. Bir şeyler uğruna birilerinin ölmesine karar vermek, birilerini ölüme göndermek, birilerin öldürmek ve bu ölümlerden rant devşirmek de o birilerinin işine geliyor. Çünkü yaşadığımız coğrafyada ölüm, meyvesi çok bol bir bahçe gibi insanlara yaşatılıyor, her Allahın günü birileri hunharca ölüyor ve öldürüyor, sanki o bolca yetişen meyveler dalında çürümesin de bir işe yarasın der gibi reva görülüyor ölüm.
Bu acı gerçeğe kendi ülkemizde yılar yılı tanıklık etik. Bu ölümler karşısında yüreklerimiz burkuldu, göz yaşları döktük, zaman zaman belki taraf olduk. Ama yine de hep başkasının ölümünü yaşadık .Onun için ne kadar taraf olsak da yaşanan ölümler bizim ölümümüz değildi ve bu ölümler hakkında ahkam kesmek kolaydı. Aynı zamanda yaşanan ölümleri ideolojilerimize alet etmek mümkündü nitekim öyle de oldu olmaya da devam ediyor.
Bugün için ülkemizde yaşanan barış umutları bir nebze de olsa başkasına da yaşamayı yakıştırma şıkını gündemimize soktu. Ama buna rağmen ölümü hep öteki için düşündüğümüzden, yeşeren barış ümitleri üzerinden de ölüm telallığı yapıyoruz. Neticede algıya göre söz konusu olan başkasının ölümü.  Eğer ölümün taraftarları ölümün kendileri ve çocukları için de geçerli olduğunu varsaysalardı ölümü yaşama tercih ederler miydiler? Hiç sanmam ne zaman bu pervasızca dağıtılan ölümden o ölüm tellallarına ve yakınlarına dokunursa ve de yüreklerini yakarsa o zaman başkasının ölümünden medet ummanın, rant devşirmenin, siyaset yapmanın insan hayatına yapılan en büyük haksızlık olduğunu belki anlarlar. Allah muhafaza ama ne acı ki onların yüreğinde yanan yangını söndürmek ve o başkası söz konusuyken sıradan olan ızdırabı  dindirmek mümkün olmayacak
 Bir zamanlar Ulvi Alaca Kaptan ve Hasan Nail Canat’ın sahneye koydukları İranlı bir komutanın hayatını konu alan bir oyun izlemiştim. Oyunun ismi ‘Başkasının ölümü’ydü. Oyunun kahramanı olan komutan İran-Irak savaşında cephede faal görev almış ve pek çok insanın ölümüne tanıklık etmiş birirydi. Komutan başkasının ölümünü o kadar sıradan bir şey olarak kanıksamış, o kadar sıradan önemsiz bir şey olarak görüyordu ki ölenler ya bertaraf edilen düşman askerleriydiler, ya da Kahramanlık öyküleri için malzeme gözüyle bakılanlar idi. Ne zaman ki kendi  hayatı tehlikeye girip ölüm kendisi için söz konusu olunca, insan hayatının ne kadar değerli olduğunu, ölmenin o kadar da basit bir şey olmadığını  anlamıştı, oyunda bu anlatılıyordu. Nitekim başkau şekilde yansıtan komutan kendi ölümü söz konusu olunca paniklemişti Oyunun bir yerinde komutana şu soruluyordu; komutan niye bu kadar panikledin, sen ki daha önce sayısız insanın ölümüne tanıklık ettin, yeri geldiğinde ölüme gülüp geçtin,  yeri geldiğinde kendin başkaları için çok dramatik ölümler sahneledin ne oluyor sana? Komutan bu soruya şöyle bir cevap vermişti; Ama unuttuğunuz bir şey var!  onlar başkalarıydı,  o ölümler de başkasının ölümüydü, bu ise benim ölümüm ve benim kıyametim, demişti.
Daha önce de belirttiğimiz bu menfur ölüm algısı sadece bizim ülkemizin acı gerçeği değil. Yanı başımızda Suriye’de yaşanan acı ve insanlık dışı dramlar, başkasının ölümünün yaşandığı bu coğrafyada başkasının ölümüyle ilgili insanların sergilediği çarpıcı örneklerden biridir. Suriye’de yaşananlara bir göz atığımızda ,mart 2011 de bir gurup ilk öğretim öğrencilerinin okul duvarına biz özgürlüğümüzü istiyoruz diye bir yazı yazmasıyla başlayan zulüm,  ölüm ve ızdırap. İki yıldır bu ölüm ve zulüm katlanarak yaşatılmaya devam ediliyor. Öyle günler oluyor ki ekranlarımızın başında yüzlerce masum çocuk, kadın, genç, yaşlı insanların ölümlerine tanıklık ediyoruz. Ekranların başında bu zulmü seyredenlerin bir kısmı insan olmanın gereği olarak kalpleri hüzünleniyor,  göz yaşları döküyor, bu zulme karşı bir şeyler yapamamanı huzursuzluğunu yaşıyor.   Bu zulümler karşısında Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şu hadisini hatırlıyoruz: Bir haksızlık veya zülüm gördüğünüzde onu elinizle değiştirin bunu yapamazsanız onu dilinizle değiştirin, bunu yapamazsanız hiç değilse kalbinizle buğz edin. Buda imanın en zayıf halidir. Hz. peygamberin buyurduğu gibi vicdan sahibini haksızlığa ve züllüme karşı başkasının acısı başkasının değil ve olamaz bu uç tavırdan biri olmak zorundadır.
Ancak öyleler ide var ki anı başlarında çoluk çocuk yaşlı genç kadın erkek demeden insanlar hunharca katledilirken,insanın kanın donduracak yaklaşımlar sergileyebiliyorlar. Bunun sebebi bazen onları haksızlıklara kör ve sağır eden ideolojileri. Bazen mezhep bağnazlığı olabildiği gibi bazen de ırkçılık olabiliyor . Yanı başında ölüm dağıtılırken onlar mezhepçilik, nesepçilik yapıyorlar. Çünkü orda yaşanan başkasını ölümüdür. Aynı zamanda o başkasının ölümünü mazur ve zorunlu görme gafletini gösterebiliyorlar ne yazı ki.
Sonuç olarak bugün Türkiye’de 40 yıldan fazladır devam etmekte olan bir çatışmanın sona erdirilmesine yönelik bir çaba ortaya konulmakta ve bu da barış ümitlerini güçlendirmektedir. Ta başından beri bu sürecin yol kazalarına uğrayacağı ve buna hazırlıklı olunması gerektiği yönünde tecrübe sahibi insanların dile getirdiği endişeleri var. Ve onlar bu endişelerinde haksız çıkmadılar, görüşme notlarının basına sızdırılması bunun ilk ayağını oluşturdu ve bununla yetinmeyecekleri de görülüyor. Sürecin başlamasından bu yana CHP ve MHP’nin ortaya koyduğu, barışı engellemeye yönelik tutumları ortada. Fakat bütün bunlara rağmen hem hükümet hem de BDP tarafından verilen mesajlar ümit verici. Barıştan yana olan herkesin; başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkesin bu sürece destek vermesi insani bir sorumluluktur. Ölen her bir canı kendi canımız bildiğimizde, ölümü hep başkalarının ölümü olarak görenlerin hatasına düşmeyecek ve Allah’ın yardımıyla barış sürecinin tamamlanması için dualarımızla ve bütün gayretimizle çaba harcayacağız. Rabbimden ümidim barışın tamamlanması ve yeni canların yere düşmemesidir.