Türkiye yer yer gergin, yer yer festival havasında bir süreç sonunda, katılımı arzu edilenin altında olmakla birlikte demokrasinin gereği bir seçimle, “halk tarafından” yeni cumhurbaşkanını seçti. Seçildikten sonra başbakanlık koltuğunu bırakmalı mı? bırakmamalı mı? polemikleri ardından seçimin en çok oy alan ismi Recep Tayyip Erdoğan yemin ederek cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş bulunuyor.
“Laf ola beri gele“ kabilinden çıkışları kendi varlıklarını hissettirmenin bir yolu haline getirmiş entelektüalizm sevdalıları ya da daha kötüsü bilinçli yıpratma ve itibarsızlaştırma çabası içine giren bir kısım “aklı fikrine yetmeyen” kesim Selahattin Demirtaş’ın alkışını dillerine dolayıp gündemi meşgul etmeye yeltendiler. Demirtaş bu güruhu iyi tahlil ettiğinden olsa gerek onlara muhataplık düzeyinde karşılık vermeyerek politik vizyonunun gereğini hakkıyla yerine getirmiş bulunmaktadır. Ve yine elbette ki böyle bir kesimin gerçek niyeti ve “gerçek anlamı” demogoji yöntemiyle halka farklı yansıtan aymaz tutumunu ya da maksatlı yıpratma gayretini bir hukukçu olarak kendisi bizzat teşhir edebilecek ve etkisizleştirecek yetkinliktedir. Fakat siyasi ve politik duruşu bu türden çapsızlarla bu düzeyde muhataplığına engel olduğundan onların beklediği reaksiyonel tavrı sergilememiştir.
Ancak zemin kaydırma, yıpratma ve hatta itibarı azaltma yönündeki bu şuursuz(?) ya da maksatlı çıkışların önüne set çekmek adına kamuoyu ile gerçekleri paylaşmak bir görevdir. Olay küçük bir yanlış değerlendirme olarak görülüp geçiştirilebilir de tabii. Bu tarz küçük yıpratmaları zaman içinde toplumun hafızasına işleyip vakti geldiğinde servis ederek hedeftekine darbe vurmak bu tarz komplocu odakların ustaca uyguladıkları bir taktiktir.
Konuyu gözler önüne sermek ve o jestin aslında nasıl okunması gerektiğini anlamak için iki lideri de ayrı ayrı kısaca değerlendirmek yararlı olacaktır.
Selahattin Demirtaş Kürt halkının özgürlük, barış ve demokrasi mücadelesi yolunda maddi manevi tüm enerjisini ve hatta hayatını ortaya koymuş, siyasi mücadelesinde ön saflarda konumlanmasının geçmişi de çok uzun olmamasına rağmen üstün bir performans ve başarı çizgisini yakalayabilmiş genç bir liderdir. Kapitalist partilerin tombaladan çıkmışçasına allayıp pullayıp, yandaş medyanın ve para babalarının desteğiyle hızla basamakları tırmandırtılan külhanbeyi sözde liderleriyle de karıştırılmamalıdır. Bugüne kadarki duruşu halkı ve halklar adına özgürce, evrensel insani değerler ve demokrasi çerçevesinde mücadele etmek, siyaset yapmak ve üretmek şeklinde olmuştur. Emeğin, özgürlüğün ve halkların dğşmanı olan tüm odaklara ve eylemlere cesurca dur demesini bilen gerçek bir halksever ve vatanseverdir. Halka, emeğe ve özgürlüğe yönelik tüm emperyalist ve faşist baskı ve zulümlere gözünü kırpmadan karşı koymuş, direnmiş ve onlarla mücadele etmiştir. Uzak, orta,yakın tarihteki tüm zulümleri ve zalimleri açıkça ve korkusuzca her zaman eleştirmiş ve lanetlemiştir. Hapishanedeki hasta tutsaklar, işkence ve tecavüze uğrayan mahkumlar, halkın taleplerini dile getirdiği sokak eylemlerinde faşist zihniyetli güvenlik elemanları tarafından katledilen göstericiler, Ceylan ve Uğur Kaymaz örneklerinde belleklere kazınan tek tek sivil kıyımları, Roboski örneğindeki gibi toplu imhalar, aleviler ve diğer etnik kimliklere karşı sistemin dayattığı inkar, imha baskı ve zulüm politikaları, emek dünyasının ağır işçileri madencilerin uğradığı toplu kıyımlar ve daha nice insani sorun karşısındaki tutum ve eylemliliği her zaman devrimci, demokrat çerçevede yiğitçe olmuştur. Tüm bunların sorumlusu olarak gördüğü sisteme, onun iktidarına ve Recep Tayyip Erdoğan gibi o iktidarın başındaki icracıya gerekli en sert söylemler ve tavırla karşılık vermiştir.
Demirtaş’ın karşısında ise kapitalist hegomonik sistemin ideolojisi temelinde neredeyse çocukluk yaşlarda eğitip yetiştirdiği, finansal kaynaklarının da desteğiyle mevki, makam ve servet sahibi yaparak en etkili konumlara adeta önünde kapıları sonuna kadar açarak getirdiği, en son cumhurbaşkanlığına da getirilmiş bir Recep Tayyip Erdoğan vardır. O Recep T. Erdoğan ki, şimdilerde ezelden beri zulmünü gördüğünü ve vesayetinden kutulmanın sevincini yaşadığını ve yaşattığını iddia ettiği ordunun fetiş haline getirdiği tek dil, tek millet teranesinden aldığı icazet ile Kürt ve Türk halkına uygulanan nice zulüm ve katliamın suç ortağı olmuştur. Yine o RecepT. Erdoğan ki; Roboski’nin birinci sorumlusu olduğu halde katliamın üstüne sünger çekmiş, Kürt halkının meşru hak talebi eylemlerine karşı güvelik güçlerine “kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yapın” emirlerini vermiş, devrimci çocuk Erdal Eren’in yaşı büyütülerek asılmasına timsah gözyaşları dökerken gösteriler sırasında vurularak öldürülen çocuklar hakkında ailelerinin ve de vicdanı olan her insan oğlunun yüreğini kanatacak duygusuz açılamalar yapmış, “Soma ve benzeri iş cinayetlerini “işin fıtratına bağlama” pişkinliği ile geçiştirme duyarsızlığı ile emek ve emekçi düşmanlığını açıkça kendi dili ile ifşa etmiştir.
Bu iki lider karşılaştırıldığında Recep T. Erdoğan’ın başarısının diğeri tarafından alkışla değerlendirilmesi yüzeysel bir bakışla çok kolay ve sağlam gerekçeler altında yadsınabilir, kınanabilir ve hatta buna öfkelenebilinir. Ancak şu gözden kaçırılmamalıdır ki zaten tüm bu yapılanlara zamanında ve anında diplomasinin, politikanın ve siyasetin gerektirdiği en sert tutumlar gösterilmiş, tavırlar alınmış ve hatta Demirtaş’ın ve dahil olduğu siyasi hareketin unsurlarınca eylemselliklerle gerekli yanıtlar verilmiştir. Yine iktidarın, cumhurbaşkanlığı veya başkanlık hangi konumda olursa olsun devlet liderliğinin benzeri halk ve emek düşmanlığıuygulamaları karşısında tutunulacak tavır değişmeyecektir. Türkiye muhalefetinin temsil düzeyindeki en ciddi yapılanması olan Demirtaş önderliğindeki siyasi parti ve liderliğinin bu konuda en güçlü tepkileri vereceği de bugüne kadar ki pratikle sabittir.
Cumhurbaşkanlığı’na alkışa gelince.
Yakın hafızamızı yokladığımızda, Recep T. Erdoğan Yüksek Seçim Kurulunca seçim sonuçları kesinleştiğinde yaptığı balkon konuşmasında, zaferin verdiği sarhoşlukla şuurunu kaymetmediğini göstermek istercesine “çözüm sürecinin de aksamadan yürüyeceğine ve sonuçlandırılması konusundaki kararlılık iradesine” vurgu yapmıştı. Böylece, başkanlık idealine çok yaklaşmış bir lider olarak bu konuyu es geçmesi basit bir unutkanlık olarak değerlendirilmeyecek, aksine bu eksik açıklama hedefine ulaştıktan sonra tek adam rejimi kurmak isteyen bir liderin despotik idare hayalinin ilk sinyalleri olarak algılanacaktı. Sonraki açıklama, söylem ve uygulamalar da Kürt sorununun müzakere aşamasına taşınacağının ve demokratik çözüm yönteminden vazgeçilmediğinin en azından kararlılığını göstermiştir. İşte Demirtaş’ın Recep T. Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı makamına taşıyan yemin sonrası yaptığı bu jest, sadece ve sadece geldiği makamın Kürt Siyasal Hareketi nezdinde taşıdığı anlamın desteklenmesi ve küçük bir ifadesi olarak algılanmak durumundadır. Yoksa hangi akıl ve hangi yürek tüm bunlar ortadayken ve apaçık biliniyorken bu alkışı Recep T. Erdoğan’ı ve bugüne kadar ki halk ve emek düşmanlığı kapsamındaki icraatlarını görmezden gelmek veya tasvip etmek anlamında olduğunu düşünmek ve kabul etmek gafletine düşebilir.
Bu alkışı devletin ve cumhurbaşkanlığı konumuna geçerek onun baş icracısı sıfatını ve yetkisini ele aldığı varsayılan R.T. Erdoğan’ın çözüm yönündeki sözü ve kararlılığının desteklendiği, takip ve denetleyicisi olunacağının ifadesi olarak algılamak gerçeğin ta kendisidir. Aksini savunmak ve bunu popülist politikacı karakterine dönüşmek veya oportünistleşmek şeklinde algılanabilecek tehlikeli yorumlarla açıklamaya çalışmak en hafif deyimle iyi niyet yoksunluğudur.
Doç Dr Mehmet MELEK