Her zaman için bize öğretilen bir teori vardır. Bir ağacın kökleri ne kadar derinde ise, gövdesi, dalları, yaprakları, çiçekleri ve meyveleri o oranda beslenir, gelişir ve serpilir. Ama köklerin su ve toprakla buluşması engellenirse o zaman semirip, serpilmiş, sağlıklı göze ve gönle hitap eden bir ağaç olmaktan çıkar ve bu vasfını yitirir. İşte bizim geçmişle olan bağımız da böyledir. Bizim Endülüs'le bir kaç günlük buluşmamız bana bu hissiyatları yaşattı ve yıllar önce okuduğum bir şiiri hatırlattı: İslam'ın ortaya çıkış ve yayılışını anlatan bu şiirde Şair: 'Endülüs henüz fethedilmemişti amma elden de gitmemişti'. Evet aynen öyle, Endülüs'le buluştuğumuzda İslam Medeniyeti ne muazzam bir medeniyetmiş dedim ama aynı zamanda tarifi mümkün olmayan hüzünler yaşadım. Endülüs bana iktidar hırsına, nesep belasına, mezhep aldatmasına kapılıp birbirlerine düşen ve o muazzam medeniyeti yitiren; darmadağın olan Müslümanları hatırlattı aynı zamanda. Bizim medeniyetimizden, tarihimizden, geçmişimizden koparılışımızı, aramıza bilinçli olarak konulan mesafeyi, yüzümüzü bu muazzam medeniyetten ve tarihten batıya çevirişimizi hatırlattı. Geçmişimizi unutmakla kalmadık, geçmişe düşman olduk. Herkes elindeki ile yetinmeye başladı. En acısı da birbirimize düştük, gevşedik ve maalesef çözüldük. Ama unutmamak gerekir ki o medeniyeti kitap, onun için mücadele eden insanların beslendiği muazzam Kur'an elimizde. Üstelik geçmişin olumlu ve olumsuz deneyim ve birikiminin örnekleri de elimizde. Allah'ın izniyle azmedersek yeniden dirilme umudumuz var. Çünkü rabbimizin bize vadi var...'Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın eğer kalbden inanmışsanız üstün gelecek olan sizsiniz'(Al-i İmran, 3/139).
05. 12. 2014 Ankara'dan İspanya'ya Hareket
Cuma günü saat 10.'da Ankara'dan Sevilla'ya hareket ettik. 5 saatlik bir uçak yolculuğundan sonra İspanya'nın Endülüs eyaletinin Sevilla (İşbiliye) kentine vardık. Endülüs'e daha varmadan Endülüs heyecanı bizi sarmıştı. Yıllarca biyografilerini, eserlerini okuduğumuz, hayat hikayelerini dinlediğimiz, ilimleri ile dünyaya ışık tutan; bilimle, tıpla, mimariyle, felsefeyle, kelamla, fıkıhla, botanik, astronomi, sosyoloji, ve psikolojiyle İslam ve batı dünyasındaki bilimsel çalışmalara yön veren, disipline eden, ilim deryası ve dahisi olan alimlerin yaşadığı topraklarla buluşmak...! İbn Rüşd'ten İbn Haldun'a, İbn Hazm'dan Şatıbi'ye, İbn Bâce'den İmam Kurtubi'ye kadar daha nice ismini sayamadığımız değerli alimlerimizin mekanı. Aynı zamanda o toprakları Müslümanlara kazandırmakta öncülük eden Tarık b. Ziyad ve Musa b. Nasr gibi kahraman mücahitlerin yurdu.
Yerel saatle 15:30'da Sevilla'daydık. Hava alanından tur rehberlerimizle birlikte otellerimizin bulunduğu sahil kenti Malaga'ya (Mâleka) 4 otobüsle hareket ettik. Malaga'ya varmadan Cebel-i Tarık'a gittik. Orada sanki İslam tarihinde okurken zihnimde canlandırdığım İslam mücahitlerinin zafer sahnelerine tanıklık ettim. Zaferin ve başarının anlatılmaz hissiyatını yaşadım. Karşı sahilde Fas'ı gördük. Târık b. Ziyâd ve arkadaşları Fas'tan İspanya topraklarına geçerken sanki biz de onlara eşlik ediyorduk. Benim için bu muazzam bir başarı öyküsüdür ve bu başarı öyküsünün onurunu 1303 yıl sonra ben yaşıyordum. Ama kıvancı yaşarken hüznü de yaşadım/yaşıyordum. Çünkü bu muazzam başarıdan sonra hezimeti yaşadığımızı da biliyordum.
Fotoğraf çekiminden sonra Malag'ya doğru yolumuza devam ettik. İki saat gibi bir yolculuktan sonra kalacağımız otelimize vardık. Bavulları bırakmak için odalara çıkıldı, eşyalar bırakıldıktan sonra yemek için aşağıda toplandık.
Yolculuk boyunca tur rehberimiz Endülüs'ün tarih ve coğrafik özelliklerinden, ekonomisinden, bitki örtüsünden ve muazzam İslam Medeniyeti'nden önceki Endülüs'ten, Müslümanlarla birlikte gelişen ve değişen ve bu günkü batı medeniyetine ışık tutan Endülüs'ten bahsetti. Bu arada otobüste beraber yolculuk yaptığımız arkadaşlarımızla tanışma fırsatı bulduk.
06.12.2014 Granada Şehrine Yolculuk
8:30' da tekerlek döndü ve Granada (Gırnata) şehrine ve burada bulunan el-Hamra sarayına (Kırmızı saray) gitmek için yola koyulduk. İktidarın, gücün, saltanatın, şatafatın simgesi el-Hamra. Önce lokal tur rehberlerimizle buluştuk. el-Hamrâ sarayını ziyaret edebilmek için üç ay önceden izin alınmış olduğunu öğrendik. İspanyol rehber almak zorunluymuş.Yılda 3,5- 4 milyon insanın el- Hamra'yı ziyaret ettiğini öğrendik. Lokal rehberimiz tarafından bize kulaklık ve biletlerin dağıtımından sonra içeriye alındık. Yolculuk boyunca tur rehberimiz ve hocalarımız Endülüs İslam devletinin kuruluş aşamalarından, ilmî çalışmalarından, hızla gelişen ekonomisinden, taht entrikalarından Araplar ve Berberiler arasındaki iktidar çatışmalarından ve el-Hamra sarayı ile Alkazar sarayı arasındaki mimari benzerlikten bahsettiler.
11:30 itibariyle sarayı dolaşmaya başladık. İlk gördüğümüz botanik bitki bahçesi (cennetu'l- ârif) idi. Dört yüz'ü aşkın bitki yetiştirilirmiş bu bahçede. Bu bahçe ile ilgilenen bilim adamları hem hastalıkların teşhisi hem de tedavisi ile ilgilenirlermiş. Endülüs'teki tıp alimlerinin başarı öykülerini dinleyince gururlandık. Muazzam başarılar elde ettiklerini duyunca gururlanmamak mümkün değildi. Örneğin ilk katarakt ameliyatının buradaki Müslüman alimler tarafından yapıldığını öğrenmek beni etkiledi. Gördüğümüz bu bitkilerin sadece tedavi amaçlı değil aynı zamanda peyzaj amaçlı olarak da kullanıldığını ve bu şekilde ün saldıklarını öğrendik. Göğe yükselen sıra sıra selviler, muazzam manolya ağaçları, duvarlar ve taşlar gibi yazlık sarayın bahçesine şekil veren güzelim bitkiler... ve bütün bahçeyi baştan başa kateden su arkları... Bahçeden sonra öncelikle yazlık sarayın ana avlusuna geçtik. Sırasıyla konuk salonunu, mutfağını, fırınını, harem bölümünü, avludaki su havuzlarını gördük. Siyera- Nevada'nın eteklerine kurulan Yazlık sarayın, yazın daha serin olması için özenle seçilen bitki çeşitlerinden bahsettiler.
Daha sonra asıl saraya geçtik. Devlet yönetiminin, protokolünün, ihtişamın merkezi olan el-Hamra'ya vardık. İslam mimari sanatının, estetiğin en zarif, en sanatsal örneğini burada, karşımızda duruyordu. Sarayın minik taşlarla döşenmiş avlu zemini, avlunun ortasındaki havuzlu bölmenin güzelliği, sütun ve kemerlerdeki o ince sanatsal işlemeler muhteşemdi. oradan hemen ötede olan elçiler salonuna geçtik. Emirlerin/sultanın diplomatları kabul ettikleri, istişare heyetlerinin istişare yaptıkları salona girdik. Rehberimiz salondaki ışık yansımasından/yada ayarlanmasından bahsetti. Salona girenler ayarlanan ışık yansıması yüzünden Sultan'ın yüzünü net göremedikleri halde Sultan onları net görebiliyormuş.
Elçiler salonunun orta bölmesinde Sultanın tahtı ve yanlarda da danışmanlarının oturma yerleri bulunuyordu. Sadece elçiler salonunda duvarlara işlenmiş onbin, toplamda ise yüzbin kadar 'la ğâlibe illalllâh' yazısının yazılı olduğu bilgisini aldık. Saray'ın duvarları insan göz hizasına kadar geometrik renkli desenlerle bezenmiş, daha sonra sıra sıra selvi ağaç motifleriyle devam edilmiş, farklı bitki motifleri ile beraber istiridye motifli işlemelerle muazzam sanatsal harikulade bir eser ortaya konulmuş. İbn Haldun'un da bu salonda Nazari devletinin sultanına danışmanlık ettiği ve ilim tedris ettiği bize anlatıldı... Müthiş bir duygu burada bulunmak.
Saraydaki misafir odaları, ve harem bölümlerini gezdik. Yapıdaki incelik ve zarafet gerçekten muazzamdı. Saray kadınlarının kendi aralarında eğlendikleri bölümler dikkat çekiciydi, Hamam bölümü, mutfak özelikle iç avludaki estetiği ve planlamayı hissetmemek imkansızdı. Su değirmenleri, saray surları ve surların içindeki saray camisinin çan çalan minaresi ve saraydan karşı tepedek şehir manzarası.... yine el-Hamra sarayından Müslüman mahallesi olan el-Vaisin mahallesinn seyri/görünümü....
el-Hamra sarayını gezdikten sonra Müslüman mahallesi olan el-Vaisin mahallesini ziyaret ettik. Orada kiliseye çevrilen camileri, çan kulesi olarak kullanılan minareleri gördük. 12 yıl önce sonradan Müslüman olan İskoç asıllı Abdulkadir es-Sufi tarafından yaptırılan camiyi ziyaret ettik. El-Vaisin mahallesini dolaşırken göze çarpan ve Müslümanlar tarafından yapılmış bir çok tarihi mekanı gördük.
07.12. 2014 Kurtuba'ya (Cordova) Hareket
Malaga'dan Kurtuba'ya doğru yola çıktık. Kurtuba'da ilk ziyaret ettiğimiz mekan, şehir merkezinden 8 km. uzaklıktaki Medinetu'z-zehra (Madina al-Zahra) sarayı idi. Burada öncelikle Medinetu'z-zehra'nın tarihi ve mimarisiyle ilgili bir sine-vizyon izledik. Yine aynı alan içerisinde bulunan Müze gezildi. Otobüslerle 112 hektar üzerine inşa edilmiş olan Medinetu'z-zehra sarayını ziyarete etmek için hareket ettik. Saray'ın büyük bir bölümü yıkılmış, ayakta değil. Bir kısmı restore edilmiş bir kısmında da arkeolojik kazılar yapılmakta ve restorasyon çalışmaları devam etmektedir. Eğer ayakta kalmış olsaydı kuşkusuz Avrupa'nın ve İslam dünyasının en görkemli yapılarından bir olacaktı. Medinetu'z-zehra sarayı maalesef 10. yüzyılın sonunda iç savaşlar yüzünden yıkılıp yok edilmiş. Medinetu'z-zehra sarayı Sierra Morana yamaçlarını kurulmuştur. Bu eser 3. Abdurrahman tarafından yapımına başlanmıştır. İslam sanatın ve estetiğinin güzel bir örneği olarak değerlendirilmektedir. Mehmet Özdemir Hocamız bu sarayın yapımının bir meydan okuma olduğunu kitabında belirtmektedir. Kuzeydeki Hıristiyan krallıkları, Güneydeki Fatımiler, Doğudaki Abbasiler bu mesajın muhatabıdır.
Giriş avlusu, taht salonu, çift kemerli yüksek duvarlar, yuvarlak havuzları, haremlik- selamlık bölümleri, çalışanların konakladığı bölümler vs. göz alıcı bitki örtüsü, hatta medinetu'z-zehra sarayının bahçelernini cennet bahçelerini anımsatmasının hedeflendiği söylenir. Çünkü burası saltanatın merkezi olarak inşa edilmiş.
Kurtuba şehri denilince elbette akla ilk gelen şey II. Abdurrahman döneminde yapılan Kurtuba Caimii-i Kebir'dir. Endülüs'ün olduğu kadar, bütün İslam dünyasının da bir kaç sayılı şaheserlerinden biri kabul edilir. III. Abdırrahman, II. Hakem ve baş vezir Mansur tarafından genişletilen cami 1500 mermer sütun üzerine bina edilmiştir. Çift kemerli revaklarıyla göz kamaştıran bu camii, 1492 'de Müslümanların elinden çıkınca Katedral'a dönüştürülmüştür. Caminin ortasından 150 sütun kesilerek şapel yaptırılmıştır. Caminin aynı zamanda kendi döneminin en yüksek binalarından biri olma vasfını taşıyan muazzam minaresi şimdi çan kulesi olarak kullanılmaktadır. Halen Katedral olarak kullanılan camii Hıristiyanlık dünyasının en büyük 3. Katedrali olma vasfına sahiptir. Ayrıca Ulu caminin kıyısına inşa edildiği Kuadala Kebir (Büyük Nehir) üzerine inşa edilen kemerli köprü, geçen yıllara inat görkemli ve dimdik ziyaretçilerini karşılamaktadır. Kurtuba'lı İbn Rüşt'ün yaşadığı mahalleyi görmek ve gezmek ayrı bir keyifti. Felsefenin, kelamın ve mantığın önemli temsilcilerinden biri olan İbn Rüşd'ün İslam düşüncesine sunduğu katkıları hatırlamamak mümkün değildir. Aynı zamanda İbn Rüşd'ün yaşadığı mahallede yaşamış Yahudi Teolog İbn Meymun'un büst'ünü görünce onun Yahudi teolojisine ve düşünce tarihine sunduğu katkıları hatırladık.
Kurtuba'da gezdiğimiz engizisyon müzesi yaşanan dramların, yapılan zulümlerin adeta canlı şahitleri gibi karşımızda duruyordu. Onları görmek bile insanın ürkmesine sebep verirken binlerce müslümanın bu işkence aletleri kullanılarak işkenceye tabi tutulduklarını bilmek, insanın içini acıtan, insana azap veren bir duygu yaşattı bize. Hele üçyüz bin Müslüman'ın engizisyon mahkemeleri tarafından mahkum edildiği bilgisi insanı dehşete düşürmekte... Bu bilgileri batı kaynaklarında dillendirilmeleri sayının daha fazla olabileceğini düşündürmektedir. Gördüğümüz işkence aletlerinin bir kısmı; çivili tabutlar, çivili miğferler, insanları ortadan bölen testereler, kafataslarına çakılan çiviler, insanların oturtulduğu kazıklar, çarmıha germek için kullanılan aletler, kazıklı kuyular ve daha sayamadığım neler neler...
Bir kere daha Müslüman olduğum için rabbime sonsuz şükürler olsun. Bize göre insanı yaşat ki devlet yaşasın ama zalimlere göre ise insanı öldür ki devlet yaşasın, bunu gördük. Batı uygarlığı denilen şeyin karanlık ve zulüm üzerine kurulmuş bir sistem olduğuna bir kez daha tanık olduk. O günden bu güne batının Müslümanlara reva gördüğü zulme tarih şahitlik ediyor. İslam Medeniyetinin ve Müslümanların Batıya sağladığı katkıya da yine tarih şahitlik etmektedir.
08.12.2014 Malaka'dan Sevila'ya hareket
Sevila şehri (işbilye) de Kurtuba şehri gibi uzunluğu 630 km olan Guvadala kebir'le ikiye bölünmüş Endülüs devleti döneminde de metropol olan ve şu anda da metropol olmaya devam eden bir şehir. Şehir'de gezeceğimiz ilk yer Alkazar sarayı olacak. Bu sarayı gezerken batı mimarisinin İslam mimarisinden ne kadar etkilendiğini gördük. Alkazar sarayı el- Hamra sarayının ikizi olarak kabul edilir. Bu sarayda müslümanlar yaşamamış fakat müslüman zanaatkarların elinden çıkmıştır. Saray İzabel ve kocası Ferdinand tarafından müslüman zanaatkarlara yaptırılmış. Bu sarayın mimarisinde üç büyük dinin simgelerine yer verilmiş. İslam'ı temsil eden Lafzatullah, Hıristiyanlığın göstergesi olarak gül, Yahudiliğin simgesi olarak da Davud yıldızı. İşbilye/Sevilla'daki altın kule de dikkat çeken tarihi bir eser olarak kentin merkezinde yer alır. Şehrin merkezinde yer alan İşbiliye cami-i kebir minaresi göz kamaştıran bir eser. Zamanının en yüksek binası vasfına sahip 82 metre boyundaki bu minare, aynı anda iki atlı çıkabilecek genişlikte yapılmış. Ne yazık ki bu gün çan kulesi olarak kullanılmaktadır. Gezdiğimiz yerlerden biride Amerikan parkı. Burada Amerikan kıtasından getirilip parkta yetiştirilen bitki örtüsü dikkat çekmektedir. Hatta yaz mevsimini sıcak geçiren şehrin dışarıdan getirilen tropikal bitkilerle sıcaklık derecesinin düşürüldüğü söylenir. Kristof Kolomp ile başlayan kolinizasyon sonrası İspanya'nın başka devletlerden elde ettiği zenginlikler yansımış bu meydana. Meydanın ortasında yer alan parkta Avrupa Birliğinin temelini teşkil ettiği söylenen ve hilal biçiminde yapılan yapı dikkatleri çekiyor. Hilalin iki ucuna inşa edilen kulelerin İzabel ve kocası Ferdinand'ı, ortadaki dört kulenin ise onlarla birleşen dört Hıristiyan devleti temsil ettiği belirtilmektedir. Ayrıca pek çok devlete ait konsolosluklar burada göze çarpmaktadır. Kiliseye ait arşiv merkezi, şehrin belli başlı yapılarından biridir. Arşivdeki belgelerin araştırmacıların hizmetine sunulduğu belirtilmektedir.
İşbiliye şehri 16. ve 17. yüzyıllarda Hıristiyanlar için ekonomik açıdan çok önemli bir kent idi. Eski gezginler İşbiliyeyi bir liman kenti olarak bildiklerini söylerlerdi fakat İşbilye bir liman kenti değil, 80 km uzunluğundaki Guadala Kebir nehri vasıtasıyla denizle bağlantısı olan bir şehir. Nehir demişken , bizim de bir saatlik Guadala Kebir nehri üzerinde bir tekne turumuz oldu, tekne gezimiz keyifli idi.
Şehirde bir çarşı turundan sonra hava alanına döndük ve yolculuğumuz son buldu.