Teknolojinin gün geçtikçe geliştiği bir çağda yaşıyoruz. Artık sınırlı bir çevremiz yok. Baş edemeyeceğimiz kadar sosyalleşiyoruz. Bir o kadar yalnız ve tek başına...
İnternet, televizyon, telefon sinema, tiyatro gerçekten bir ihtiyaç mı? Hayatımızın merkezinde olan bu iletişim ve etkileşim araçları, yemek içmek gibi bir ihtiyaç haline geldi. Külliyen zararlı mı? Asla!
Fazla yemek zararlıdır vücudu hasta eder ama yemeden de yaşanmaz. Fransis Bacon’un “ Para iyi bir uşak kötü bir efendidir! ” sözü gibi etkileşim araçları iyi kullanıldığında gerçekten iyi bir uşak, fakat bizleri tesiri altına aldığında ise kötü bir efendi oluveriyor.
Fıkıhta sinemanın caizliği tartışıla dururken, “Atı alan ne yazık ki çoktan Üsküdar’ı geçmiş. ” Her birimiz TRT’nin kovboy filmleri ile büyümedik mi? Kendi tarihimizden iki satır bir şey bilmezken “şerifler, kovboylar, barlar, kasabalar, güçlüler ve zayıflar” temiz dimağlarımız bu karelerle kirlenmedi mi? Yakın zamanda gösterimde olan “Muhammed(s.a.v)” filmini sırf yapılan kötü propaganda sebebi ile gidip seyrettim ve seyrettiğime hiç pişman olmadım. Sadece filmin uzun oluşu biraz bıkkınlık verdi. Onun haricinde acımasızca eleştirildiğinin kanısına vardım. Ayrıca gözlemlediğim bir iki nokta ise artık İslam dünyasının sinemayı göz ardı etmemesi gerektiğini düşündürdü. Filmi izlemeye gelenler sadece dindar insanlar değildi. Başı açık kızlar, dış görüntü itibari ile solcu diyebileceğim gençler vardı. Bu gençlerin eline 500-600 sayfalık Hz.Muhammed(s.a.v)’in hayatını anlatan bir kitap versem eminim çoğu ders çalışıyorum bahanesi ile kitabı okumayı reddedecekti. Fakat sinema veya tiyatro öyle mi? Gençlerin eylenmek, dinlenmek, kafasını dağıtmak için en az haftada bir sinemaya gittiğini ve bunu da kültürel etkinlik için yaptıklarını biliyoruz. Aileler hafta sonları iyi vakit geçirmek için sinemaya yönelirler. İyi bir film arayışı saatlerini alır. Sırf isminden dolayı “Muhammed(s.a.v)” filmini seyretmeye gelen geleneksel yaşayan aileler vardı ve ilk defa sinemaya gelmişlerdi. Çıkışta yaptıkları analizlere yorumlara kulak kabarttım;
“Ne çok ağladım annesini kaybettiğinde. Demek ki o da bizim gibi bir insanmış. Ne badireler atlatmış.” İşte bu dedim. Onlarca kitapla anlatamayacağımız tebliğ, eğitim, adap demek ki iki üç saat gibi kısa bir zaman diliminde anlatılabilirmiş.
Eyvah! Ne de çok geç kalmışız! Adamlar sinema, tv, internet vs. yoluyla ne yememiz ne giymemiz, nasıl yaşamamız, nasıl inanmamız gerektiğini bize inceden inceye işlemişler. Biz ise daha yeni keşif yolundayız. Tabi bu tür filmler sadece iyi ve kaliteli vakit geçirmek için yapılmamalı. Hz.Peygamber(s.a.v)’in derdini dert edinen birkaç sermaye sahibi lazım. Derdimiz para kazanmak değil ilahi mesajın yarınların umutlarına ulaşması için.
Görsel eğitimin en iyi eğitim aracı olduğu herkesin kabulü. “Söylediğin değil, yaptığın eğitir, öğretir.” Her birimiz dünyaya merhaba dediğinde hangi coğrafyada gözünü açıp orada büyümüş ise oraya benziyor. Rengin, ırkın, dinin ne olursa olsun etkileniyor insan. Yani görsel olarak eğitiliyorsun. Söylemin ve eylemin birlikte olduğu öğretimler her zaman fark yaratır ve muhatabını müthiş etkiler. Bu minvalde naçizane sinemanın iyi bir etkileşim aracı olduğuna inanıyorum. İslam dünyasının sinemayı öğretici, eğitici bir araç olarak kullanılmasını teşvik etmesini temenni ediyorum.
Necla Arpa GÜLAÇAR