SAİT EBİNÇ


VAN’DA ELİM BİR İZDİVAÇ SERAMONİSİ

VAN’DA ELİM BİR İZDİVAÇ SERAMONİSİ


 

Bu resim Van’da Damat Cevat Aytok’a ait kız evine Baselya için gidiş merasiminden bir karedir.
 
 
       VAN’DA ELİM BİR İZDİVAÇ SERAMONİSİ
                                                            Dr.   Sait Ebinç
    
  Siz hiç bir oda dolusu dedikoducu mahalle karılarının meraklı bakışları arasında kurbanlık koyunlar gibi belangaz halde tek başınıza kaldınız mı? Ben kaldım. Efendim yukarıdaki fotoğrafı görünce Vizyon Tele'de  Deli Emin’in televizyonu ilk kez görür görmez; 'Şereffsizim benim aklıma gelmişti! ' türünden  bir repliği hatırlatırcasına o yıllarda nişan için kız evine gidip bunca dedikoducu meraklı mahâlle kadınlarının arasına düşüp insanı tepeden tırnağa süzen  ince kıyım bakışlarının tarassutu ve tasallutu altında kalacağıma neden çerçeveli bir fotoğrafımı göndermeyi akıl edemedim diye kendi kendime hayıflandım.
 
         Efendim 1990 lı yılların sonu vakıa Van'da bu fakirin izdivaç daha doğrusu nişan seranomisindeyiz. Anlayacağınız kız evindeyiz. Eltilerin, görümcelerin, baldızların hâlaların bibilerin ezelerin yanı sıra iki mahâllenin bil ûmum dedikoducu  kadın taifesinin  ince kıyım bakışları tarassutu ve tasallutu altındayım. Bu ince kıyım bakışlar arasında yüzüklerin takılması için erkeklerin bulunduğu odadan   kadınların bulunduğu odaya davet ediliyorum. Mahcup ve mahzun bir halde kapıdan içeri giriyorum.
 
    Birden odanın ortasında insanı altan alta, tepeden tırnağa süzen merâklı bakışların teksif edildiği  sıklet noktasında kendimi buluveriyorum. İçimden bildiğim bütün duaları okumaya başlıyorum. Bu yüzük takma fâslı bir an önce bitse de  bu merâklı bakışlardan bir an önce kurtulup felâha ersem. Ne fayda!!  Yüzüğü takma görevi verilen abim bir türlü gelmek bilmiyor. Bu arada ecel terleri dökmeye devam ediyorum. Mahallenin dedikoducu  kadınları damatla ilgili bir faslı kapatıp mütemâdiyen başka bir faslı açıyorlar. Güya kendi aralarında sessiz konuşuyorlar. Fakat seslerinin  çoğunu net işitiyorum. 'Gız vaylii Kamile!   Damadın başı da kelmiş'  diyeni mi desem “Yoğ canım sen saçlarının biraz dökülmüş olmasına bağma Nuriye bacı  yaşı  o kadar yoğtur”  “Yoğ yoğ  Yirmiyedi de vardır  otuz da vardır”  diyeni mi desem. “Ya 25 ya da 28”  “Boyu da kısaymış” damatla (yani biçâre benle) ilgili yaş fiziki  tâhkikât ve istihbârat faslı bittikten sonra başka bir dedikodu faslına geçildikçe zaman geçmek bilmiyor. Bu sesleri duydukça kendimi pazara getirilen belangaz kurbanlık koyun gibi hissetmeye başlıyorum. Konuşmalar uzadıkça uzuyor. Arkasından mesleğimle ilgili dedikodu faslı başlıyor. Bu arada gözlerim hâlen kapıda abimin bir an önce gelip yüzükleri takarak bu işkenceyi nihayete erdirmesini bekliyorum. Ne fayda! Biraderim bir türlü gelmiyor. Meğerse kordelayı kesmek için makas arıyorlarmış “Ne iş yapi?”  “Kimlerdenmiş?”  “Mühendis mi?”  “Üniversitede Hoca mı?” Meraklı bakışlar arasında kurbanlık koyunlar gibi başımı yere eğmiş ecel terleri dökmeye devam ediyorum.
          Bir ara belli ki bu tür izdivaç meselelerinde istihbarat zaafı içinde olan  gündemi kaçırmış bir kadın çoktan cevabını bulmuş bir soruyu saflığa  yatarak birazda  dudağının ucuna iliştirdiği bir kibirli bir ses tonuyla  'Gubani sen Van'da kimlerdensen? Haydaa! Saçım başım yetmemiş gibi şimdi de kimliğimle soy sopumla ile ilgili hiç haz etmediğim sorulara geldi sıra diye iç geçiriyorum. İçimden bir  “La hâvle” çekip soruyu duymamazlıktan geliyorum. Bir ara fotoğraf çektirmek için kafamı kaldırınca odanın sol köşesinde oturan  Hafize bibimi görüyorum. Hafize bibimle göz göze geliyoruz. Hafize bibimin gözlerinden cesaret ve manevi takviye alarak  Ulan Sait!  Yetti artık bu kadar! Sivil itaatsizlik yeter! Fırsat bu fırsat  azıcık saçların dökülmüş diye seni haksız yere keller  familyası içine dahil eden bu kız evinin dedikoducu mahalle karılarından intikamını almanın tam sırası diyerek kendi kendime telkinde bulunuyorum.
 
     Fotograf çekme faslı bittikten sonra meraklı kadının sorusu cevapsız bir biçimde rölantide kaldığı için kadın çevremden ayrılmıyor. Bu teyzenin sualini duymamazlıktan gelerek zihnimde vereceğim cevap için zaman kazanıyorum. İçimden bu meraklı kadın nasıl olsa bu soruyu yine yöneltecek diye beklemeye kalmadan, kadın:  “Kubani sen Van'da kimlerdensin?” diye soruyu tekrarlayınca; Odada herkesin duyabileceği bir ses tonuyla 'Mıtırıplardanım' diye cevap  verince odadaki müzik sesi hariç oda birden ölüm sessizliğine bürünüyor. Bunca dedikodunun ve meraklı bakışların altında ezim ezim ezilip ecel terleri döken ben, haklı bir savaşı kazanmış bir komutanın edasıyla nihayet özgüvenimi toparlayıp kendime geliyorum.  Ne yalan söyleyeyim kız evinde bu son hamlem bir zaferle sonuçlansa da aradan on dokuz sene geçmesine rağmen  berberlerin önünden geçerken bir tarafım sızlamasa bile  o hâin gırdan kadının “Damadın başı da kelmiş” cümlesini paslı bir mığ gibi zihnimden çıkaramadığımı itiraf etmeliyim. Ne zaman “mazi kalbimde bir yaradır” şarkısını dinlesem bu elim hatıra gözümde canlanıyor.  Fakültede o kadar siyaset ilmi tahsil etmeme rağmen  bu tür izdivâç seranomilerinde altan alta  kız tarafı ile erkek tarafının kadınları arasında hegemonik bir üstünlük kurma mücadelesinin yaşandığını sonradan öğrenecektim.