Necla Arpa Gülaçar


SUÇLU KİM?

SUÇLU KİM?


 SUÇLU KİM?
Lavigarie der ki: “Merhamet en etkili silahtır; kalbe kadar işler ve ebediyete kadar iyileşmeyecek yaralar açar.”
Merhamet, en değerli en güzel insani duygudur. Yüce Allah’ın sonsuz merhameti olmasaydı her birimiz yaptığı hatalardan, kusurlardan dolayı hemen helak edilirdik. Yüce Allah kendi merhametinin bir zerresini de annelerin şefkatli yüreğine koymuştur. Öyle ki ne hata edersek edelim Anneler sürekli bizleri affediyorlar. 
İnsanların en korkunç, en zalimi merhametini yitirenlerdir. Zira hiçbir insan merhamet duygusundan yoksun olarak dünyaya gelmez. Bizleri yoktan var eden, varlığımızı inşa ederken ya da günümüzün teknik diliyle programlarken bütün duyguları benliğimize, belleğimize yerleştirir. Bizleri yetiştirenlerin etkisiyle iyi ve kötü duygularımız şekillenir. Bizler büyüdükçe hangi duygumuzu beslemişsek o duygu bizi yönetmeye ve karar vermeye sevk eder. 
Hiçbir insan tek başına şekillenmiyor. Sosyolojik, ekonomik, psikolojik etkileşimlerle beraber ailenin ve çevrenin etkisi şekillenmemize zemin hazırlıyor. Aldığımız eğitim, gelenekler, yetiştirilme biçimimiz… İnsanın hamurunu nasıl yoğurursanız o şekilde sonuç alırsınız.
Şiddet olaylarının -özellikle kadına şiddetin- artması ile ‘suçlu kim?’ arayışına girdiğimizde asıl suça teşvik eden unsurun merhamet duygusunun yok oluşunu görüyoruz.
Önemli bir tespittir ki şiddetin kaynağı cehalettir. Şiddet sadece bizim sorunumuz mu? Hayır! Bugün bütün dünya şiddet sorunuyla karşı karşıya. Şiddet, bütün kültürlerin içsel yapısı ile şekilleniyor ve uygulanıyor. Deforme olmuş düşüncelerin tezahürüdür şiddet!
Sekülerleşmenin sonuçlarının en bariz örneği, önce merhamet yoksunluğu daha sonrası ise insana, kadına, çocuklara, hayvanlara daha doğrusu tüm canlılara şiddettir.
Suçlu kim? Neden kadınlar ulu orta öldürülüyor, neden darp ediliyor, hakarete, tecavüze uğruyor? Neden ikinci sınıf insan muamelesi görüyor? Neden hala mirastan payını almıyor, erkek evlat kadar değer görmüyor? Ve kadınlarımız neden hala öğretilmiş çaresizlikle boğuşuyor? Bedeni üzerinde pazarlıklar kuruluyor? İstemediği her şeye zorlanıyor… Kadınlar mal değil “size Allah’ın birer emanetidir.” diyor Sevgili Peygamber (sav)…
Yüce Allah’ın emanet ettiği nadide bir varlık baş tacı edilecekken neden bu durumda? Peki suçlu kim? Sadece erkekler mi? Hayır! Suçu tamamen bir tarafa atıp bu sorundan kurtulamaz veya bu sorunu çözemeyiz. Ortada bir sorun varsa bunun bir kaynağı ve çözüm yolu da muhakkak vardır. Son günlerin gündemi; kadına şiddet, kadın istismarı, kadının haklarını elinden almak, hakkını vermemek…” Sorunlar gün geçtikçe büyüyor, çözüm yolundan ziyade, sorunlar oluştuktan sonra takip edilecek süreçler konuşuluyor, tartışılıyor…
Sorunları halletmek, sorunların kaynağını bulmaya çalışmak neredeyse meydana gelen ve gelecek tüm sorunları ortadan kaldırma tevasülüdür.
Nice hikayeler dinliyoruz, reel bir gözle baktığımızda hiç de kavgaya, şiddete yuvanın yıkılmasına sebep olmayacak şeyler: Adam, önüne koyulan yemek soğuk olduğu için eşinin yüzünü mosmor edecek kadar çocuğunun gözü önünde dövebiliyor. Bir başka kadın eve geç geldiği için, öteki yemek yapmadığı için… Bir başkası ‘evde yumurta yok’ dediği için…
Toplumu, bireyleri bu hale getiren nedir? Erkekler de şikayet ediyor: “Kazancımın çok üzerinde kıyafetler ve mobilyalar istiyor?” Bunun çözümü şiddet mi? Hayır, asla!!
Şiddet; cehaletten, öfkesini kontrol edememekten kaynaklanır. Öfkesini kontrol edemeyen çoğu zaman erkektir. Kadınlar erkeğe nispeten öfkesini kontrol etme noktasında daha iyidirler. Neden mi? Çünkü kavga, karışıklık, kargaşa anında kadının annelik duyguları harekete geçer. Önce öfkesini yener, ardından duyguları zekasını hızlı bir şekilde çalıştırır ve pratik çözümler bulmaya çalışır. Önce ortamı sakinleştirmeye çalışır. Daha sonra o anın geçiciliğini düşünür. Akabinde neler olabileceğini tahmin ederek susmayı, onurunu ayaklar altına almayı yeğler. Öğretilmiş çaresizliğine bürünür. Erkek ise anı yaşar; öfkesi, duygusu, zekası birbirine karışır. Sorunu kavga etmekle, bağırmakla ve şiddet uygulamakla halletmeye çalışır. Peki neden?
Aynı annenin yetiştirdiği kız ve erkek neden böyle farklı davranıyor? Çünkü çocuklarımızı farklı yetiştiriyoruz. Bir ailenin yıkılmaz, değişmez kuralları neredeyse tamamen kız evlat için geçerlidir. Erkek çocuk dünyaya geldiği günden itibaren ayrıcalıklıdır. Ona tanınan hakların çoğu, kız çocuğuna tanınmaz. Daha küçük yaştayken anne ve kız kardeşler evin tüm işlerini üstlenir. Çorabını yıkamaz, sofrayı kurmaz, bardakları yıkamaz… Çünkü o, erkek çocuktur. Kız arkadaşı olduğunda, kavga edip arkadaşlarını dövdüğünde takdir edilir. Sürekli ‘erkeksin’ diye sırtı sıvazlanır… Alayişli sünnet düğünleri ise cabasıdır. Erkek çocuk şunu düşünür: “Ben erkeğim ve tüm kadınlara tahakküm ederim!”
Sizce yetiştirilme tarzında bir tutarsızlık yok mu? Neden kız çocuğunun eve geç gelmesi kadar erkek çocuğun ki sorgulanmaz. Bunu hiç düşündük mü? 
Yetiştirilme tarzında eşitlik sağlanmalı. Elbette kız çocuğu kız gibi, erkek çocuğu erkek gibi yetiştirilmeli. Lakin adaletsizlik yapılmamalı. Evde kız çocuğun üstlendiği tüm görevleri erkek çocuğu da üstlenmeli ve eve geç gelme hususu ikisi için de geçerli olmalı. Sokaklar her ikisi için de tehlikelidir. Rol model olmada anne ve babalar çocukları için ilk sıradalar. Sırayı geniş ailenin diğer bireyleri ve öğretmenleri takip eder. Akabinde kitap, sinema, televizyonda buldukları kahramanlar(!) takip eder. 
Bir insan tek başına şekillenmiyor, tek başına ölüm makinesine, zulüm makinesine dönüşmüyor. Bunu şekillendiren, dönüştüren bir mekanizma vardır. Her insan yapabilecekken yapmadıklarından da sorumludur. 
Bir fidanın yetişip ağaç olmasında,  bir domatesin yetişip soframıza gelmesinde ne de çok emek vardır…
İnsanın doğru şekilde yetişmesi de emek istiyor. Bir atasözü “Ne ekersen onu biçersin” der. Çok doğru değil mi? 
Sonuçları konuşup üzülmek yerine sebepleri bulup tedavi yoluna gitmeliyiz, elbette bunun yolu eğitim ve pratiğe dökülmüş iyi bir toplum düzeni ve iyi bir yaşam tarzıdır. 
Unutmayalım ki şiddete uğrayan her kadının, tacize uğrayan her kadın ve çocuğun korunmamasında devlet de toplum da bireyler de suçludur.
Eğer haksızlığı engelleyecek zamanımız varken zamanında müdahele edip düzeltmemişsek yapılan her türlü ahlaki yozlaşmaya ve zulme ortağız demektir.
 Ve bizler sessiz kaldıkça işlenen her cinayette, tecavüzde, şiddette, istismarda, haksızlıkta suçluyuz demektir!
Vesselam…
Necla Arpa Gülaçar
neclagulacar@gmail.com