SABRİ YALÇINKAYA


YILDIZLARIN ALTINDA

YILDIZLARIN ALTINDA


 YILDIZLARIN ALTINDA
Koyun sürüsü köyün alt tarafından köye yaklaşıyordu. Gün boyu otlamışlar, kana kana su içmişler, memeleri sütle dolmuştu. Çoban onları serbest bırakıyor. Keçiler önde ve daha hızlılar. Hızlarını artırıyor, bazıları koşuyorlar. Meleme sesleri ve çıkardıkları toz dumanla köyün içine dağılıyorlar. Koyunlar gidecekleri adresleri iyi biliyor. Köylüler koyunlarını sayıyor, varsa eksik bulup tamamlıyorlar. 
Telaş, gürültü, meleme sesleri, koşuşturma; yerini sakinliğe bırakıyor. Sırada süt sağımı var. Bir veya iki bayan ağılın kapısında kürsülerin üzerine oturmuş, ünlerine nikelajlı ve hafif konik kovaları bırakmışlar. Bir çocuk elindeki sopayla koyunları kapıya doğru sürüyor. Üçüncü şahıs öndeki koyunları tutup sağım pozisyonuna getiriyor. Bayanlar sağmaya başlıyor. Sağ ve sol memeler ardı ardına  ustalıkla sağılıyor. Kovaya tazyikle inen süt beyaz köpükler çıkarıyor. Sağılan koyun dışarıya bırakılıyor. İkincisi, üçüncüsü… Dolan kovalar kazana boşaltılıyor.
Sağımı biten koyunlar dışarıda toplu haldeler. Memelerinde kalan bir miktar süt kuzulara ikram edilecek. Bu durumu hem koyunlar hem de kuzular hissetmişler. Karşılıklı melemeler giderek artmakta!
Kuzu ağılının kapısı açılıyor. Cümbür cemaat, can havliyle dışarı boşalıyorlar. Koyun ve kuzular; panik, gürültü, melemem sesleri, hasret ve coşkuyla birbirlerine karışıyorlar. Anne yavrusunu, yavru annesini aramaktadır. Kendilerine verilen ilhamla, kısa sürede bunu hallediyorlar. Annesinin memesine yapışan kuzu; İleri, geri hareketlerle ve kuyruğunu sallayarak emer. Bu cümbüşün sesleri, bize güzel bir müziğin hazını, görüntü ise emsalsiz bir göz zevkini sunar. 
Koyunlar ve kuzular gölgeliklerde dinlenmeye çekilirler. Güneşin yakıcı sıcaklığı biraz hafifleyince, tekrar ayrılacak ve ayrı ayrı sürüler halinde otlamaya götürülecekler.
Çoban Mahmut’un bir sorunu var. Yardımcısı bugün yok. Henüz çocukluk ile gençlik arasında olan ben kendisine yardım edeceğim. Sürüyü güneydeki dağa doğru sürüyoruz. Çoban sürünün önünde; hafif ve bilinçli hareketlerle, çıkardığı “HIR, HO, HIRİ, KIÇE” gibi seslerle ve çaldığı ıslıkla liderlik yapıyor.
Sürü yayılıyor. Hayvanlar otlayıp aynı zamanda ilerliyorlar. Keçiler daha sabırsız davranıyor, öndeler,  taş ve kayaların başındalar… Eşyalar eşeğe yüklenmiş ve güzelce bağlanmış. Eşek de sürünün içinde otluyor. Köpek sağa, sola koşup havlayarak sürüyü kolaçan ediyor. Çoban çok rahat; hareket halindeki sürüyü küçük dokunuşlarla idare ediyor. Ben ise; geride kalanları, sağa ve sola çokça sapanları sürerek sürüye yaklaştırıyorum.
Hayvanların ağızlarıyla otları kopartırken, çıkardıkları “ HART, HURT” sesleri acayip zevk veriyor. Biraz yağmur çiseliyor, hava tekrar açıyor. Susamışım, gözüme bir kayanın üzerindeki çukurda birikmiş yağmur suyu ilişiyor. Çömeliyorum; iki elimi kendime destek yapıyor, kafamı eğerek suyu içiyorum. Hiçte fena değil.
Epeyce gidiyoruz, vakit ilerliyor. Karanlık çöktü, çökecek. Çoban nispeten düz ve güvenli bir yeri güzüne kestiriyor. “Burası evet burada duracağız.”
Sürüyü “GÖHÜR” denen yerde topluyoruz. Doymuş ve yorulmuş olan hayvanlar peyderpey çökerek istirahata çekiliyorlar. Karanlık giderek koyulaşıyor, koyunlar daha sıkılaşıyorlar. 
-Açmısın?
-Evet, hem de çok!
Çoban eşeğin yükünü indiriyor, içinden; emaye kaplı irice bir tas çıkarıyor. Birkaç koyunu sağarak tası sütle dolduruyor. Keçi derisinden yapılmış dağarcığından, bir tane “DESTE” ekmeğini çıkararak süt ile birlikte bana uzatıyor. 
Bir yudum süt alıyorum, hala doğal sıcaklığı içinde! Ekmeği dişliyorum, üzerine tekrar süt. Aman Allah’ım bu lezzet en lüx lokantalarda bile bulunmaz. Tıka basa doyuyorum. Üstüne tasta kalan sütü boca ediyorum. Bu arada köpeğe ekmek veriliyor. Nihayet çoban da karnını doyuruyor…
-Çoban deyip geçme işi bilmek lazım. Çoban iyi olmazsa koyunları gelişmez, zayıf olur. Ama işinin erbabı biriyse hayvanlar semiz ve bereketli olur.
-Mahmut abi; ya sığır çobanlığı nasıldır?
- Sığır çobanlığı daha kolaydır. Asıl tecrübe gerektiren koyun çobanlığıdır.
Kavalını alıp çalmaya başlıyor. Kavalın yanık sesi, gecenin sessizliğini delerek; beni ve sürüyü mest ediyor…
Bana bir keçe veriyor, kendi keçesini de alıyor. Çömelerek elindeki ipin bir ucunu kendi ayağına, diğer ucunu ise keçinin ayağına bağlıyor. Yan pozisyonda, külahlı başını taşın üstüne koymuş, ayaklarını karnına doğru çekerek, keçeyi tüm vücuduna sararak kendisini sıcak tutmaya çalışıyor.
-Çobanın uykusunun hafif olması gerekir. En ufak bir tehlikede uyanmalıdır. Benim uykum hafiftir. Her ihtimale karşı keçiyi ayağıma bağladım. Eğer bizden habersiz sürü giderse, keçide gitmeye çabalayıp beni uyandıracak. 
-Çok mantıklı.
-Evet öyle. Sana da bugün zahmet verdim.
-Hayır, tam tersine çok zevk aldım.
Çoban sessizleşti. Ben keçede uyumaya alışkın değilim. Ayaklarım dışarıda kalıyor, uyuyamıyorum. Gece ilerliyor, sırt üstü uzanmış bir vaziyette gökyüzünü seyre dalıyorum. 
Ter temiz bir gökyüzü, sayısız yıldız… Ay yavaşça kayboluyor. İrili ufaklı ne kadar da çok yıldız var ve semayı ne kadar da güzel süslüyorlar. “Yıldızların uzak oldukları için küçük göründüklerini, dünyadan bile büyük olduklarını, her insanın bir yıldızının olduğunu ve ölen insanların yıldızlarının kaydığını” duymuştum. 
Gözlerimi onlardan alamıyorum. Derin bir tefekküre dalıyorum. Acaba benim yıldızım hangisi? Hadi şu parlak olan olsun… Acaba bunca şey neden yaratıldı? Bunu bilemem. Bildiğim şey çok az bilgiye sahip olduğumuzdur. Hayretim giderek arttı. Adeta göğe yükselip yıldızların arasına karıştım. Onların arasında gezdim durdum. İleriye, daha ileriye gittim, nafile sonunu getiremedim. Bu efsunlu dünya beni mest etti. Bu âlemdeki küçüklüğümü ve acizliğimi idrak ettim. 
Bir iki koyunun melemesi, hırıltısı ve baykuşun cıyak cıyak sesi; beni o büyülü âlemden çekip aldı. O cazibeden kendimi alamadım, tekrar o âleme daldım, derken uyumuşum. Bacaklarım üşüyor. Çoban gibi tüm vücudumu keçenin içine sığdırmayı başaramıyorum. Tekrar uyumuşum…
Çobanın sesiyle uyanıyorum. Hala karanlık var, bellikli şafağın sökmesine az kalmış. Kuş sesleri giderek artıyor. Sürüyü hareketlendirip tekrar otlatmaya başlıyoruz.  İstikamet murat nehri tarafı… Nehirde kana kana su içiyorlar. Köye doğru sürüyü tekrar yayıyoruz… Tıka basa doymuş, memeleri sütle dolmuş,  hayvanlar ile köye giriyoruz…