SABRİ YALÇINKAYA


Alyarlı Şeyh Ahmet

Alyarlı Şeyh Ahmet


Alyarlı Şeyh Ahmet

(Bölüm:6)

Genç Ahmet, serpilmiş büyümüş, askerlik çağına gelmiştir. Askerlik celp yazısı eline ulaşınca kendisini bir düşünce alır. Babası vefat ettiğinden annesi ile yalnız yaşamaktadır. Gerçi evleri dayısının köyünde bulunmaktadır. O askere gitse dahi annesi güvende olacaktır. Ancak yine de ev işlerini düzene sokması için yapması gerekenler vardır.

Hükümet konağına gider. Hâkim beye durumu anlatır. Hâkim kendisini anlayışla karşılar. Bir haftalık izin kâğıdını tanzim ettirip imzalar, kendisine verir. Ahmet amca, elinde izin kâğıdı, sevinçli bir halde hükümet konağından çıkar. Maalesef komşu köyün muhtarı Abdurrahman ile karşılaşır.

-Ahmet hayırdır, elindeki bu kâğıt da nedir?

-Askere gitmem gerekiyor. Bende işlerimi toparlamak için hâkim beyden izin istedim. Sağ olsun bana bir hafta izin verdi.

-Ya kardeşim bir hafta senin neyine yetecek. Gel sana daha fazla izin alalım.

-Boş ver gitmeyelim. Bir daha hâkimle görüşmek istemem, ayıp olur.

-Sen orasını bana bırak. Boşuna muhtar olmadık. Çevrem çok geniştir. Bütün memurları, amirleri tanıyorum.

-Sen bilirsin, madem öyle haydi gidelim.

Muhtar ve Ahmet amca; şapkalarını çıkarıp sol koltuklarına sıkıştırmış bir vaziyette, hâkimin karşısındadırlar. Hâkim onları sert, sert süzer.

-Ne istiyorsunuz!

-Hâkim bey, Ahmet askere gidecek. Bir hafta izin azdır. Daha fazla izin istiyoruz.

Hâkim, sert bir ses tonuyla Ahmet’e seslenir. “Oğlum o izin kâğıdını ver.” O da kâğıdı uzatır. Hâkim aldığı izin kâğıdını yırtarak çöp kutusuna atar. “ Hadi hemen askere git!” der.

Hâkimin haşmeti karşısında ikisi de cesaret edip bir şey diyemezler. Çaresiz dışarı çıkarlar. Hiç konuşmadan birbirlerinden ayrılırlar. Ahmet amca şehirde, adeta dayak yemiş gibi düşünceli ve sendeleyerek yürümektedir. Neyse ki biraz sakinleşir. Karşıdan tanıdıklar gelmektedir. Bir tanesi ona seslenir;

-Ahmet Neden düşünceli, düşünceli yürüyorsun. Bir sıkıntı mı var?

-Yok, yok ne sıkıntı olacak? Maşallah muhtar Abdurrahman’ın devlet dairelerinde çok torpili var. Bütün memur ve amirleri tanıyor. Benim bir işim vardı, hemen halletti. Sizin de devlette bir işiniz varsa kendisine söyleyin, hemen halletsin…

***

Kevereş köyünün, geniş arazileri vardır. Tarlalara genellikle, buğday ve arpa ekilmektedir. Biçerdöverler; evvela Adana, Diyarbakır, Urfa taraflarındaki tarlaları biçmeye başlayıp sonra, doğuya doğru kaymaktadırlar. Yani bölgesel olarak, tahılların olgunlaşma durumlarına uygun bir seyir izlemektedirler.

Köye gelen biçerdöver; şoför, yağcı dâhil 4-5 elemanla harıl harıl çalışmaktadır. Römorklara doldurulan buğday, traktörle köye taşınmaktadır. Biçercilerin öğle yemekleri araziye götürülmektedir. Ancak bir sorun var. Yemek zamanı; çobanlar hatta köylüler sofraya kurulmaktalar. Bunu alışkanlık haline getirip her gün tekrarlamaktadırlar. Doğal olarak biçerciler rahat bir yemek yiyememektedirler…

Ahmet amca, bu sorunu çözmek için düşündüğü planı biçerdöver personeline anlatır. Bunun gizli kalmasını ister. Ertesi gün, amca yemeği ata yükleyip getirmektedir. Biçerdöverin çalıştığı yere yakın olan vadide yemeği saklar. Kendisi iyi bir binicidir. Atına binerek dörtnala hayvanı biçerdövere doğru sürer. Orada yine yemek zamanı olması nedeniyle birçok kişi toplanmıştır. El kol hareketleri yapar, endişeli bir hal takınarak; “Komando geldi, çabuk kaçın asker geldi, kendinizi kurtarın!” Komandodan korkan insanlar, çil yavrusu gibi sağa sola kaçarak gözden kayıp olurlar… Orada sadece plandan haberdar olan biçerdöver personeli kalmıştır.

Ahmet amca, sakin sakin vadiye gider, yemeği alıp getirir. Mükemmel bir sofra kurar. Sofra büyük, yemekler çoktur. Yemek, çıkan kahkaha sesleriyle birlikte afiyetle yenir. Arada bir sofranın boş yerlerine geçip orada yemeğe devam etmektedir. Ne de olsa kocaman sofra birkaç kişiye kalmıştır…