Bir Âyet’e Yapılan OPERASYON…
Kur’an’ı TAHRİF Girişimleri Nur.33 Örneği…
“…Mücrimlerin Yolu Belli Olsun Diye…” (En’am.55)
Eğer bir yerde TAHRİF’ten söz ediliyorsa orada tam olarak bir bozulmadan (ifsad) söz ediliyor demektir. Bu söz konusu TAHRİF işini ise ancak ve ancak bu işte ehil olan veya bu konuda uzmanlaşmış kimseler yapabilirler. Nitekim tamamen Tefsir ve Hadis kitaplarının etkisi ile yazılmış olan Kur’an meallerini incelediğimizde bunu net olarak görebiliriz.
Çünkü TAHRİF kelimelerde ANLAM KAYMASI yapmak suretiyle kelimeleri yerinden ederek onları kendi istediğiniz ve amaçladığınız mecraya taşımak suretiyle kelimelere yapılan bir OPERASYON’dur. Operasyonun tek bir amacı vardır ve o da sizin istediğiniz bir kelimeye yine sizin istediğiniz bir anlamın verilmesidir.
Maalesef günümüzde yazılan mealler tamamen kendilerinden önceki atalarının yolunu izleyerek ve onların yolundan bir milim dahi çıkmama gayreti ile yazılmış olduğu çok açık bir şekilde görünmektedir.
Kitabın kendi kendini açıklayan sistematiği ATALAR YOLUNA sadakat uğruna TERKEDİLMİŞ ve maalesef ‘bizden önceki nesiller nasıl anladıysa bizde öyle anlamalıyız’ mantığı ile sürdürülmüştür. Bu sistemden kopuş yani kitabın kendi kendini AÇIKLAYAN sistematiği terkedilmek suretiyle Kur’an’ın Sırat-ı Müstakim dediği çizgiden büyük bir sapma gerçekleşmiştir. Bu büyük SAPMA Rasul’ün bizzat insanlara öğretmiş olduğu HİKMET METODU (Cuma.2) terkedilmek suretiyle yaşanmıştır ve artık bu iş yani tefsir işi Kur’an’ın ELİNDEN ALINARAK din adamlarına tahsis edilmek suretiyle bir OPERASYON başlatılmıştır.
Artık din adamları Kur’an’ı Tefsir eden, O’nun adına yorum yapan ve yine onun adına hükümler verebilen bir konuma getirilmiştir. Bu OPERASYON’un tek bir amacı vardır ve o da ATALAR YOLU’nu ikame ve tesis etmektir. Çünkü atalar yolu sadece Allah’a kulluk edilmesini, yani sadece Kur’an’a uyulmasını kesinlikle Reddetmektedir. Bu atalar yolu bazı yerlerde Sünni olarak veya bazı yerlerde de Şii olarak ortaya çıkmaktadır. Atalar yolunun en sadık müntesipleri ise atalarının en doğru yolda olduğuna iman eden kimselerdir. Bu yolun yolcularının en belirgin özelliği ise ALLAH’A RAĞMEN ortaya konulan bu sistemin en doğru yol olduğuna inanmaları ve kendilerini hidayet üzere görmeleri olarak tanımlanabilir. Örneğin kendilerini Sünni olarak tanımlayan kimselerin yine ataları tarafından geliştirilmiş olan bir sistemleri vardır ve bu sistem Allah tarafından değil onların ataları tarafından sistemleştirilmiştir.
Bu sistemin temeli ise Kur’an+Sünnet+İcma+Kıyas şeklinde tanımlayabileceğimiz çok ORTAKLI bir ŞİRKETE dönüştürülmüş ve içine Kur’an’dan da bir takım ayetler serpiştirilmek suretiyle ALLAH’A RAĞMEN bir sistem oluşturulmuştur. Yani Rasullerin gönderilmesinin ana gayesi olan SADECE ALLAH’A KULLUK imha edilerek çok tanrılı bir sistem inşa edilmiştir. Bu inşa edilen yeni sistemin amacı ise tek başına ve SADECE ALLAH’ın söz hakkına sahip olmasını yani doğal olarak da sadece Kur’an’ın söz hakkına sahip olmasını reddetmek üzerine kurgulanmış olan tamamen insan ürünü olan bir sistemdir.
Rabbimizin emretmiş olduğu Tevhid ikame olsun diye, BAŞKASINA KULLUK YAPMAYALIM diye (Hud.2) özellikle emretmiş olduğu ve sadece ve sadece kendisine HAS KILDIĞI bu TEFSİR işini onun elinden alıp kendi kurgularına göre yeniden dizayn ederek kendi görüş ve düşüncelerini Allah’ın emriymiş gibi insanlara anlatan din adamları sınıfını Rabbimiz, Allah’ın hudutlarını aşan TAĞUTLAR olarak bize anlatmaktadır. Evet, tam olarak Kur’an’ın çizdiği sınırları aşan kimseleri Rabbimiz Tağut olarak tanımlamaktadır.
Öyle ya Tağut, Allah’ın sınırlarını çizdiği ve adına ‘tilke hududullah’ (Nisa.13) dediği yani sadece Allah’ın koyduğu sınırları aşan kimseleri tanımlamak için kullanılan Kur’anî bir kavramdır. Muvahhid mü’minlere düşen ise Tağutları reddetmektir (Nahl.36). Çünkü Tağut’u reddetmeden yapılan bir iman Allah katında geçersiz ve hükümsüz bir imandır. (Bakara.256) Maalesef Hikmet Metodundan çok uzak olan Tefsir bilginlerinin birçoğu Tağut kelimesini ŞEYTAN ile sınırlandırmışlardır. Böyle bir tanımlamada bulunmalarının da ana nedeni Kur’an’a AYKIRI olsa bile atalarının yoluna sadakatsizlik etmemektir. Zaten atalar yolunun yolcusu olmak da tam olarak bunu gerektirmektedir.
Kur’an’ı yine Kur’an ile TEFSİR etmemenin tipik bir sonucudur bu durum.
Aslında bu konu yani Nur Suresinin 33. Ayetinde anlatılan Cariyelerin Fuhşa zorlanması konusu bu köşe yazısına sığdırılamayacak kadar uzun bir konu olmasına rağmen ben konunun önemine binaen kısaca değinip özet geçmeyi görev olarak görüyorum. Çünkü sıkıntının boyutlarının ancak bu mealler karşılaştırıldığı takdirde daha net görülebileceği kanaatindeyim.
Bu yazının da amacı KENDİ YORUMLARINI Allah’a söyletmeye çalışan DİN SINIFI’nın ortaya koydukları hükümlerin gerçekte Allah’a ait olmadığını insanların şahsi yorumlarından ibaret olduğunu ortaya koyma çabasından başka bir şey değildir.
Bu şahsi yorumlar kadın ticaretinin yapılmasını, bundan bir gelir elde edilmesini ve en korkunç olanı ise bu durumu Allah’a isnad ederek Allah’ın böyle bir şeyi emrettiğini söyleyebilecek kadar dehşet verici bir boyuta ulaşabilmesidir.
İşin içine kişisel yorum girdikten sonra artık din Allah’ın dini değil, yorum yapan kimselerin dini olmaktadır. Ve bu yorum sayısı yeryüzünde yaşayan insan sayısı kadar çok olacaktır. Fakat Allah’ın Dini olabilmesi için hükmün ve bu hükümlerin sınırlarının da yine Allah tarafından çizilmiş olması gerekmektedir. Ki Rasullerin gönderilmesinin ana sebeplerinden biride budur. Yani insanlara KİTABI ve bu kitapla birlikte Kitaptan HÜKÜM ÇIKARMA metodunu öğretmektir. (‘ve yuallimuhumul kitabe ve-l hikmete’ 3.164).
Evet, Rasuller MUALLİMDİRLER aynı zamanda. İnsanlara talim eder ve öğretirler. Neyi mi…? Tabii ki KİTABI ve HİKMETİ talim eder yani öğretirler. Kitap bildiğimiz anlamda Kur’an’ı ve Hikmet ise ondan yani Kitap’dan hüküm çıkarma metodunu ifade etmek için kullanılan kavramlardır.
Bu hikmet metodu terkedildiğinde yani kitabı açıklayan kişi Allah değil de âlimler (!) olduğu takdirde durum nasıl bir hale geliyor hep beraber görelim.
Ayetin arapça metninin türkçe okunuşunu buraya bırakalım;
“Velyesta'fifillezine la yecidune nikahan hatta yuğniyehumullahu min fadlih, vellezine yebteğunel kitabe mimma meleket eymanukum fe katibuhum in alimtum fihim hayren, ve atuhum min malillahillezi atakum, ve la tukrihu feteyatikum alel biğai in eradne tehassunen li tebteğu aradal hayatid dunya ve men yukrıhhunne fe innellahe min ba'di ikrahihinne ğafurun rahim.”
Önce Diyanet işleri başkanlığının mealinden ilgili ayetin nasıl tercüme edildiğine bir göz atalım.
“Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerden 'mükatebe' yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükatebe yapın. Allah'ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için İFFETLİ OLMAK İSTEYEN CARİYELERİNİZİ FUHŞA ZORLAMAYIN. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah (onları) çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.”
Ali BULAÇ mealinde geçen ifadeler de şu şekildedir.
“Nikâh (imkânı) bulamayanlar, Allah onları kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar. Sağ ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükatebe isteyenlere -eğer onlarda bir hayır görüyorsanız- mükatebe yapın. Ve Allah'ın size verdiği malından onlara verin. Dünya hayatının geçici metaını elde etmek için -ırzlarını korumak istiyorlarsa- cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları (fuhşa) zorlarsa, şüphesiz, onların (fuhşa) zorlanmalarından sonra Allah (onları) bağışlayandır, esirgeyendir.”
FETEYAT kelimesine yapılan TAHRİFAT…
Bu kelime maalesef meallerde CARİYE olarak tercüme edilebilmiştir. “ve la tukrihu feteyatikum” ifadesi ‘Cariyelerinizi zorlamayın’ şeklinde tercüme edilmiştir. Bu tahrifata diğer surelerde geçen ‘ma meleket eymanikum’ ifadesini de eklemeyi unutmamak gerekiyor. Çünkü Tefsir bilginleri bu her iki ifade için de CARİYE tanımlaması yapmaktan imtina etmemişler ve atalarının yoluna sadakatten asla vazgeçmemişlerdir.
Oysaki bu kelime Kur’an’da sıklıkla Gençler için kullanılmaktadır, fakat Operasyonun tamamlanabilmesi için bu kelime TAHRİF edilerek yani anlam kayması yapılmak suretiyle KURGULARA göre tercüme edilmesi gerekmektedir. Feteyat ifadesinin geçtiği diğer ayetlere baktığınızda bu kelimenin genç veya gençler anlamına geldiğini sizlerde görebilirsiniz.
Oysaki ayette ‘genç kızların’ (feteyatikum) zorlanmasından (tukrihu) yani ikrahından bahsedilmektedir, fakat bu zorlama Kur’an bütünlüğü dikkate alındığında fuhşa değil evliliğe zorlanmaları olarak tanımlanmaktadır.
Bakın mesela feteyat kelimesinin açıklamasını Rabbimiz insanlara bırakmamış yine kendisi açıklamıştır.
21.60: “(Bazıları:) 'Genç bir delikanlının (Kalu semi'na feten) onları diline doladığını duyduk, dediler. Adına İbrahim diyorlar.' (Enbiya Suresi 60. Ayet)
18.10: “Gençler,( iz evel fityetu) mağaraya sığındıkları zaman şöyle demişlerdi: 'Rabb'imiz, bize kendi katından bir rahmet ver. İşimizde doğru olanı yapma bilinci lütfet.” (Kehf Suresi 10. Ayet)
18.62: “(Musa) Epey bir mesafe aldıktan sonra, genç arkadaşına(kale li fetahu), 'Yolculuğumuz nedeniyle iyice yorulduk, haydi sabah yemeğimizi getir.' dedi.” (Kehf Suresi 62. Ayet)
12.30: “Ve şehirdeki bir takım kadınlar: 'Azizin hanımı, genç hizmetlisiyle (turavidu fetaha an nefsih) birlikte olmak istemiş; delikanlının sevgisi yüreğine işlemiş. Onu açıkça sapıtmış görüyoruz.' diye dedikodu yaptılar.” (Yusuf Suresi 30. Ayet)
Kur’an’ın kendi kendini açıklamasına müsaade edildiğinde FETEYAT kelimesinin CARİYE anlamına gelmesinin aslında mümkün olmadığı çok açık ve net olarak görülecektir. Fakat OPERASYON için bir anlam kayması yapılması gerekmektedir ve o da âlimler (!) tarafından başarıyla yapılmıştır.
BİGA (bağy) kelimesine yapılan TAHRİFAT…
Bu kelime de anlam kayması yapılmak suretiyle FUHUŞ ve fahişelik olarak tercüme edilebilmiştir. Örneğin, tefsircilerden Beğavi, Tefsir, III 298 de ve diğer tefsirci Maverdi, en-Nüket, IV, 101’de bağy kelimesini FUHUŞ olarak yorumlamışlardır.
Oysaki Kur’an’da fuhuş için zaten bu kelime yani ‘fahişeten’ kelimesi kullanılmaktadır. Burada kastedilenin bir zina olmadığı ise çok açıktır. Çünkü ‘biga’ kelimesinin hangi anlamlara geldiği yine Kur’an tarafından açıklanmaktadır. Biga kelimesi ‘aşmak, sınırları taşmak’ gibi anlamlara gelen ‘bağy’ kelimesinden türemiştir. Bağy ve fuhuş kelimelerinin ikisinin de bir arada kullanıldığı ayet olan Araf suresinin 33.ayeti zaten bağy’nin fuhuş anlamına gelemeyeceğini açıkça kanıtlamaktadır. Aynı ayetin içerisinde hem FAHŞA ve hem de BAĞY kelimesinin kullanılmış olması ikisinin de anlamının aynı olmadığının da açık bir kanıtıdır aynı zamanda.
İlgili ayet şu şekildedir; “De ki: 'Rabb'im, yalnızca açık ve gizli bütün fuhuş çeşitlerini (fevahişe); günahları (ve-l isme), haksız yere saldırmayı (ve-l bağy), hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah'a Şirk koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri konuşmanızı haram kılmıştır.” (Araf.33)
Görüldüğü gibi ‘vela tukrihu feteyatikum alel biğai’ ifadesi ‘cariyelerinizi fuhşa zorlamayın’ formatına dönüştürülmüştür. Oysaki ayette geçen ‘feteyat’ kelimesi ‘cariye’ demek değildir ve ‘alel biğai’ kelimesi de ‘fuhşa zorlamayın’ demek değildir.
Biga kelimesini tefsir edip detaylandıran ayetler ise şu şekildedir.
2.173: “O; size, sadece leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Mecbur kalan bir kimsenin, haddi aşmamak (‘gayra bağin’) ve istismar etmemek koşuluyla, bunları yemesinde bir günah yoktur. Kuşkusuz, Allah'ın Rahmeti bol ve kesintisiz'dir.” Bakara.173
3.19: “Kuşkusuz, Allah katında din, İslam'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtiras (bağyen beynehum) nedeniyle ihtilafa düştüler. Kim, Allah'ın ayetlerini inkâr ederse bilsin ki, kuşkusuz Allah, Hesabı Çabuk Gören'dir.” Al-i imran.19
16.90: “Allah, adil olmayı, iyilik yapmayı ve yakınlarınızda olanlara yardım etmeyi emreder. Haddi aşmaktan, (fahşai) kötülük (ve-l munkeri) ve zorbalık (ve-l bağy) yapmaktan men eder. Umulur ki bu uyarıdan öğüt alırsınız.” Nahl.90
Ayete yapılan bu OPERASYONUN başarılı bir şekilde tamamlanabilmesi için bir parça eksik kalmıştır. Hangi parça mı…? İlgili ayet için en uygun bir NUZÜL SEBEBİ parçasına ihtiyaç duyulmaktadır ve O da itinayla UYDURULMUŞTUR.
NuzüI Sebebi
Âlimler(!) ayetin sebeb-i nüzulü hususunda değişik rivayetler zikretmişlerdir:
1) Münafık Abdullah b. Übeyy'in, Mu'aze, Müseyke, Ümeyme, Amre, Ervâ ve Kuteyle adlarında altı cariyesi vardı. Bunları, zina etmeye mecbur ediyordu ve bunlara vergi koyuyor (belli bir miktar para getirmelerini istiyordu). Derken bunlardan ikisi, Hz. Peygamber (s.a.v)'e başvurup, şikâyette bulundular. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu. (Tefsir-i Kebir - Mefatih'ul GAYB - Fahruddin Er-RAZİ 10. Hüküm: Fuhşa Zorlama Yasağı Nur.33 Tefsiri)
2) Abdullah b. Übeyy birisini esir aldı. O esir Abdullah'ın cariyesinden kâm almak istedi. Bu câriye müslümandı. Bundan dolayı bu işten uzak durdu. Abdullah b. Übeyy ise cariyenin o esirden hamile kalmasını, böylece de çocuğunun fidyesini alabilmek için, cariyeyi buna zorladı. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
3) Ebu Salih, İbn Abbas (r.a)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: 'Abdullah b. Übeyy, yanında Mu'aze adında çok güzel bir câriye olarak Resûlullah (s.a.s)'a gelip: 'Ey Allah'ın Resulü bu falancanın yetimlerindendir. Biz buna zina ederek, ailesini geçindirmesini emredemez miyiz?' dedi. Hz. Peygamber (s.a.s) 'Hayır' cevabını verdi. Abdullah b. Übeyy sorusunda ısrar edince de bu ayet nazil oldu.
Bir de, Cabir b. Abdullah (r.a): 'Birisinin cariyesi gelip, 'Efendim beni zina etmeye zorluyor' dedi de, bu ayet bundan dolayı nazil oldu' demiştir. (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/72)
Fıkıh eserlerinde de durum çok farklı değildir;
Mesela meşhur Hanefî fakihi Kâsâni, cariyenin fuhuş için kiraya verilemeyeceğini söyledikten sonra bu ayete atıfta bulunur.(Muhammed b. Ahmed b. Sehl es-Serahsi (ö.483/1090), el-Mebsût, Beyrut, 1989, IV, 190) Yine o, mut’a nikâhının caiz olmadığı bağlamında da bu ayeti hatırlatır. Şafii fakih Maverdi’nin de, mutlak-mukayyed konusunu ele aldığı bir bölümde, tüm mukayyetlerin hükme tesir edip şart menzilesinde olduğunu, şartın gerçekleşmediğinde hükmün de söz konusu olamayacağını düşünenlere verdiği cevapta, bunun böyle olmadığını ispat için sıraladığı ayetlerden biri budur. Maverdi, bu ayetteki şartın bulunmaması halinde hüküm doğurmayacağını, yani namuslu kalmak istememeleri halinde cariyelerin zinaya zorlanamayacağını söyler.(Ebu’l-Hasen el-Maverdi, el-Havi, Beyrut, trs. XVI, 64.) Fıkıh eserlerinde fakihlerin ayete yaptıkları atıflara bakılırsa, bu ayetin, cariyelerin fuhşa zorlanmasıyla ilgili olduğunu düşündükleri sonucuna varılabilir.
Tefsir ve Fıkıh kitaplarındaki sorunlu yaklaşımlardan sonra ayetin olması gereken sağlıklı tercümesi şu şekildedir.
“Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah onlara imkân verinceye kadar kendilerine hâkim olsunlar. Hâkimiyetiniz altındaki esirlerden sözleşme yapmak (mükatebe) isteyenlerde bir iyi tutum biliyorsanız sözleşmeyi yapın. Allah’ın size verdiği maldan da onlara verin. Eğer evlenmek isterlerse dünya hayatının geçici menfaatinin peşine düşerek kızlarınızı isyana zorlamayın. Kim onları zorlarsa, zorlanmalarından sonra Allah onları bağışlar, ikram eder”
Kitabı indiren Allah bu kitabın açıklaması ve detaylandırılması işini de insanlara bırakmamış yine kendisi onu en güzel bir biçimde (Furkan.33) açıklayarak detaylandırmıştır.
Hamd, Âlemlerin efendisi olan Allah’a, Selâm gönderilen bütün Rasullere (Saffat.181) ve O Rasullerle beraber indirilen Hidayet’e tabi olanların üzerine olsun…
“…Rabbimize karşı mazeretimiz olsun diye…” A’raf.164
Abdurrahman BİLDİRİCİ
aRahmanBildirici@gmail.com