Necla Arpa Gülaçar


EN BÜYÜK CEVHERİMİZ

EN BÜYÜK CEVHERİMİZ


 EN BÜYÜK CEVHERİMİZ
 Hayattaki tek sermayemiz para veya mal değildir. Para ve mal diğer tüm sermayelerin hizmetkarıdır.Ana sermayemiz çocuklarımızdır. Başlıca sermayelerimiz din,sağlık, çocuklar, aile, vatan ve mesleğimizdir. Dinsiz bir hayat düşünebilir mi? Zira dinsizliğinde bir din olduğu kanıtlanmıştır.İnsan tabiatı, yaratılışı gereği inanmaya, sığınmaya ihtiyaç duyan bir bir varlıktır.
Sahip olduğumuz en büyük servet ise sağlığımızdır.Sağlığımızı kaybettiğimizde de tüm hayat düzenimiz alt üst olur. Ne kendimize ne de başkalarına fayda sağlayamaz oluruz.
Aile:En kötü aile bile ailesizlikten, kimsesizlikten, yalnızlıktan evladır.
 Vatan: vatansızlığın ne demek olduğunu en iyi mültecilerden öğreniyoruz.Vatan annedir, ailedir. Vatanın ne demek olduğunu toprağı gasp edilen bir alimin sözünden anlıyoruz:' Beni gasp edilmeyen topraklara gömün.'
 Meslek: Sahip olduğumuz meslek ne olursa olsun geçim kaynağımızı sağlayan,hayatımızı idame etmek için ihtiyaç duyduğumuz yeganemiz ve vazgeçilmezimizdir.
 Asıl sermaye ise çocuklarımızdır, en büyük cevherimizdir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:' İnsan öldüğünde amel defteri kapanır yalnız şu üçünün sevabı devam eder: sadakay-ı cariye, yararlanılan ilim ve ölenin ardından dua eden hayırlı evlat.'
 İyi ahlaklı bir çocuk nasıl yetiştirilir? Evvela kendimizi yetiştirmekle başlar. Dünya ve ahirette bize yardımcı olacak ahlaklı bir eş seçerek kurmuş olacağımız yuvanın temeli oluşur. Ardından yaşama uygun bir ev.
 Çocuklarımız bizim için en büyük yatırımdır. Para ve mal gereksiz midir? Hayır asla para ve mal iyi kullanıldığı takdirde en iyi hizmetçimizdir. Ailemizin; sağlığı, eğitimi için bu iki unsura ihtiyaç hissederiz. Ailesine, çevresine, vatanına, Rabbine faydalı bir çocuk nasıl yetiştirilir? Tek bir makale ile bunu anlatmanın mümkün olmadığının farkındayım. Ancak ana başlıklar halinde en iyi eğitim kurumunun aile olduğunu ve ebeveynlere önemli sorumluluklar düştüğünün altını çizebilirim:
 İletişim: İnsanlar arasındaki en büyük sorunun iletişimsizlik olduğu kanıtlanmıştır.
 Çocuklarımızla ne kadar ve nasıl iletişim kuruyoruz? Onun hedeflerini, hayallerini ne denli biliyoruz? Arkadaşlarını tanıyor muyuz veya arkadaşlarını seçmesinde yardımcı olabiliyor muyuz? Çocuklarımızla konuşurken hangi üslupla konuşuyoruz; sakin sevecen ve sabırlı mıyız? Birbirimize  karşı -anne ve baba olarak- saygılı mıyız? Güler yüzlü ve merhametli miyiz?Çocuklarımıza karşı dürüst müyüz? Yalan söylemelerini istemiyorsak ebeveyn olarak bizim de yalan söylemememiz gerekir değil mi? Tembellik etmelerine izin vermemeliyiz. Çocuklarımızı TV'lere, akılsız telefonlara, bilgisayara teslim etmemeliyiz! Güçlerinin yettiği sorumluluklar  yüklerseniz, onların ileride büyük insanlar olduğunda, alacakları sorumlulukların altında ezilmemelerini sağlarsınız. Vakitlerini değerli ve iyi geçirmelerini sağlayın; kitap, müzik, resim, oyun gibi alternatifler sunun. Merhametli, fedakar, vefalı bir çocuk istiyorsanız onun yanında iyilik yapın, fedakar olun, vefalı davranın. Teşekkür etmesini, dua etmesini sağlayın. Buna en iyi örnek sizsiniz. Onlardan küçük şeyler isteyin, yaptıkları takdirde teşekkür edin. Beraberce yüce Allah'a dua edin. Her şeyini Allah'tan isteyebileceğini onlara öğretin ve asla bir hata yaptığında ceza vermede ölçüyü kaçırmayın!
 Ceza vermede ölçüyü kaçıran bir babanın gerçek  hikayesini sizlerle paylaşayım: Hikaye çok üzücü, ders vericidir:
  Hüsam....
 Küçük yavru Hüsam'ın hikayesini birçok kişi gibi gazete ve dergilerden öğrendim. bu hikaye okuyanların duygularını sarsan ve ve ebeveynleri çocuklara yönelik daha merhametli ve ilgili davranmaya sürükleyen bir hikayedir.
 Küçük Hüsam, yaşıtları gibi ev içinde oynuyordu. Babasının, sene sonu sınavlarında gösterdiği başarıya ödül olarak aldığı topa sertçe vururken istemeden pencerenin camını kırdı. Pencere camının kırılması sesini duyan babası Hüsam'ın odasına öfkeli bir şekilde daldı, cam kırıkları arasında topuna mahcup bir edayla sarılmış Hüsam'ı görünce, öfkesine hakim olamayıp bir yandan bulduğu sopa parçasıyla oğlunu dövmeye,bir yandan da ona sövmeye başladı.
 Hüsam ise kendisini dövmemesi için babasına yalvarmaya ve ağlamaya başladı. Baba ise yavrusunun çığlıklarına aldırış etmeden, öfkesini tatmin etmeye devam ediyordu. Nihayet baba sakinleşip yavrusunu dövmekten vazgeçti ve bitkin düşen oğlunu ayaklarından çekerek yatağına sürükledi. Hüsam o geceyi acı ve korku içerisinde uyumadan geçirdi.
 Sabahleyin anne, yavrusunu uyandırmaya gittiğinde yavrusunun ellerinin yeşilimsi bir akıntı (iltihap) ile kaplı olduğunu görünce eşine seslenip bağırmaya başladı. Panikle Hüsam'ın odasına koşan baba, annenin gördüklerini görünce benzi sarardı ve korkmaya başladı.
 Hüsam'ı  acilen hastaneye ulaştırdı lar ve gerekli muayene ve tetkikler den sonra korkunç sonuçla karşılaştılar: Doktor Hüsam'ın ellerinin enfeksiyon kaptığını, babanın vurmak için kullandığı sopa parçasının paslı çiviler taşıdığını ve bunların tetanoz adlı hastalığa neden olduğunu, ellerin acilen cerrahi operasyonla kesilmesi gerektiğini, bu işlemin yapılmaması durumunda enfeksiyonun tüm vücuda yayılacağını belirtti.
Hüsam'ın babası doktorun söylediklerini dehşetle dinlemişti.
 Ne söyleyebilirdi ki? Ne yapabilirdi ki?
 Yavrusunun ellerinin kesilmesine mi sebep oldu?
 Buna nasıl izin verebilir?
 Hüsam bu sonucu hak edecek ne yapmıştı ki?
 Hüsam sadece bir cam kırmıştı. Bir cam değil; binlerce pencere, binlerce ev, elleri bir yana dursun Hüsam'ın bir parmağının tırnağına değmezdi. Aman Allah'ım! Ne yapabilirim! Bana yardım et, beni bağışla.!
 Baba bu düşünceler içerisinde kıvranırken doktorun sesi ile kendisine geldi: Bugün karar vermeniz gerekiyor. Bu iş gecikmeyi kabul etmez. Cerrahi işlem bugün gerçekleşirse eller bilekten kesilir, yarına kalırsa eller dirsekten, hatta omuzundan kesilebilir. İşlem ne kadar gecikirse enfeksiyonun vücuda yayılımı artar ve çocuk kaybedilebilir.
 Doktorun anlattıkları karşısında işleme izin vermekten başka seçeneği bulunmayan baba, akıttığı gözyaşları sebebiyle onay formundaki yazıları bile göremeden forma imza attı. Hüsam'ın annesi ise vakur bir eda ile eşinin yanında duruyordu.
Anne ne yapacağını ve nereye bakacağını şaşırmıştı; babaya mı bakacaktı ki bu bakışlar samimi ve duygusal olamazdı?
 Korku içinde oturan ve neye uğradığını bilmeyen yavrusuna mı bakacaktı? 
Ağlayacak mıydı bağıracak mıydı? Katı yürekli eşine sövecek miydi? Yoksa yavrusu için ellerini Mevla'ya açıp dua mı edecekti?
 Cerrahi işlem gerçekleşti ve Hüsam'ın elleri bilekten kesildi.
 Narkoz etkisi geçtikten sonra kendisine gelen Hüsam evlerinin kesik olduğunu gördü. Hüsam babasına bakıp şöyle seslenmeye başladı:' Babacığım  sana söz veriyorum,bir daha hiçbir şey kırmam. Lütfen ellerimi bana geri ver.!'
Hüsam bunu babasından istemek de son derece  haklıydı. Zira babasından başka kim ona yardım edebilirdi?
 O babası idi; hayatta tutunduğu kalesi idi.
 O babası idi; güçlü barınağı idi.
 O babası idi; hayatta karşılaştığı tüm zorluklarda koruması idi.
 O babası idi; arkadaşları arasında övündüğü kahramanı idi.
 Baba bu tabloya dayanamadı, tüm çözüm yolları yüzüne kapandı. Pişmanlık duygularından ve vicdan muhasebesinden kurtulmak için hastanenin üst katından atlamaktan başka bir yol bulamadı ve intihar etti.
 Ne acı bir hikaye değil mi? Hz Peygamber (sallahu aleyhi vesellem):' yumuşaklık nerede bulunursa onu güzelleştirir, nereden sökülürse orayı çirkinleştirir.'( Sahih-i Müslim)
 En büyük cevherimiz çocuklarımızdır.
 Yeryüzünde yürüyen ciğerlerimizdir.
Onlara dokunan rüzgar gözlerimizin kapanmasına engeldir.
Necla Arpa Gülaçar