Necla Arpa Gülaçar


GÖZYAŞI ÇIĞLIKLARI

GÖZYAŞI ÇIĞLIKLARI


                                                                GÖZYAŞI ÇIĞLIKLARI

Bugün 21 Temmuz 2016. Püskürtülen darbenin üzerinden sadece yedi gün geçti. Evet, Elhamdulillah püskürtüldü. Terlikli, şortlu, tişörtlü, üzerinde çakı dahi bulunmayan, yürekleri vatan aşkıyla dolup taşan bir avuç ölüme sevdalı güzel, yiğit, yürekli insan tarafından püskürtüldü.

Ömründe üçüncü darbeye tanıklık edenlerdenim. Temmuz sıcağından bunalmış balkonda hafif bir esinti arayışındayken oğlum içerden bağırdı. “Anne, anne! Darbe olmuş!” inanmadım “Hangi ülkede?” “Anne Türkiye’de, asker Boğaziçi Köprüsü’nü tutmuş, köprüler tutulmuş.” İnanmamak değil belki de inanmak istemiyordum. Olduğum yere çöktüm, geçmiş film şeridi gibi gözümün önümden geçti.
Gözyaşlarım çığlık çığlığa idi, boğuluyordum adeta…

 Önce 12 Eylül Darbesi; On yaşındaydım, asker mahalleye girdi mi, on çocuklu zavallı annem hepimizi saklamaya çalışır, ben ve benden küçükler saatlerce karyolanın altında karanlıkta korkarak beklerdik.

Askerden, polisten korkarak büyüdük. Annem seksen yaşında, hâlâ torunu yaşında asker, polis görse korkar. Çok korksak da hiçbir zaman ana ocağı dediğimiz asker ocağından nefret etmedik. Hep onlar da emir kulu, bizim evlatlarımız dedik. 12 Eylül Darbesi bütün hayatımı olumsuz bir şekilde etkiledi. Eğitimim okullardaki anarşi, kargaşa, polis baskınları yüzünden yarım kaldı.

Ülkemin asker ocağından hiçbir zaman nefret etmedim. 1995 yılında Çatalca’da vatani görevini yapan kardeşimi kışlasında ziyarete gittim. Ancak başörtülü olduğum için kışlaya alınmadım. Kışlanın karşısındaki parkta saatlerce bekledim. Kardeşimi zorlukla orada görebildim. Hiç kızmamış, darılmamıştım, dedim ki: “Hepsinin de annesi başörtülüdür ne yapsınlar onlarda emir kulu bir ben miyim kıymetli?”

Yıllarca evlatlarımızın elini kınalayıp asker ocağına gönderdik. Lakin elleri kınalayan başörtülü analar, evlatlarının yemin törenine katılamadılar, aşağılandılar. Bu davranış hiçbir anada nefret yaratmadı. Vatan için her şeye katlanılır.

Yıl 1997, Şubat 28. MGK’da alınan kararlar ile başlayan süreç, tarihe postmodern darbe olarak geçecekti. Daha doğrusu sadece dindar halka yapılan bir darbe olarak kaldı hafızalarda. O darbeden dolayı hâlâ cezaevinde olanlar var. Sürgün edilenler, okuldan atılanlar, açığa alınanlar, başörtüsü başından çekip alınanlar var. Ben ve benim gibi yüzlerce mağdur edilmiş kadın var. Bin bir zahmet lise tahsilimi açıktan okumuştum. Üniversite sınavına girmek için başörtüsüz fotoğraf istediler, kanadımı kırdılar. Zaten yıllarca sürecek bir sürgün yemiştik. Tek sebep başörtüsüne özgürlük yürüyüşüne katılmamızdı.


Devlet memuru olan eşim bu yürüyüşe katılamazmış. Yüzlerce din kardeşim gibi yıllarca çaresizliklerle baş etmeye çalıştım. Her namazdan sonra gözyaşı çığlıklarına boğuluyor, Hz. Peygamber’in Taif dönüşünde yaptığı duayı yapıyordum. “Allah’ım dağılmışlığımı, perişanlığımı sana şikâyet ediyorum. Çaresizliğimi, şu gözyaşlarımı ve bizi bu duruma düşürenleri sana havale ediyorum.”

28 Şubat Darbesi bize o kadar acı yaşattı ki anlatılması çok güç. Yoksulluk, esaret, soğuk, özlem, sıla acısı, gurbet acısı, mahkemeler, cezaevleri… Bu süreçte hasretiyle kavrulduğumuz yakınlarımızı ölüm bizden ayırırken teselliyi bir tek Kur’an’da, duada, her şeyi Allaha havale etmede bulduk.

Evet, bütün gasp edilmiş haklarımızı Allaha havale etmiştik. İyi ki unutmak diye bir şey var. Eğer o yaşadığım acıları taptaze içimde tutsaydım aklımı kaçırırdım. Biz Allaha havale ettiğimiz tüm haklarımızı unutmuştuk. Ama yüce Allah çok adildir, O unutmaz, O mazlumun hakkını zalimde bırakmaz. Ben ve biz gözyaşı çığlıklarında boğulduğumuz günleri unutmuştuk. O unutmamıza rağmen sessizce intikamımızı almıştı.

15 Temmuz 2016. Darbenin ne demek olduğunu çok iyi bilen bir ülkeye darbe yapıldı. Acımasızca, pervasızca, kandırarak, aldatarak… Bu ülke en yakını olan Suriye’den vatansızlık ne demek öğrenmişti. Tankların önünde elinde taşla durmayı Filistinlilerden öğrenmişti. Uykusuz, ekmeksiz, evsiz, arabasız yaşanacağını öğrenmiştik. Lakin vatansız yaşanamayacağını çok iyi biliyordu bu onurlu halk.

Bir canı feda edip bin canın yaşamasına imkân sağlayan onurlu yiğitlerin destansı duruşları dünya basınında yer aldı. Tarihe yazılacak sözler evladımın dilinden döküldü:  “Anne! Ülkemle gurur duyuyorum, benim bildiğim devlet halkını korur ama şimdi tam tersi, halk devletini koruyor. Gerçekten buna tanıklık etmek ayrıcalıktır.”

Akabinde Kuveyt, Mısır, Mekke, Medine, Filistin, Pakistan da bulunan güzel dostlarımızın tebrikleri, meydanlarda bizim için duaya duruşları gerçekten tarifi mümkün olmayan duygulardı.
Bu kez de ilk defa bir darbe sonrası sevinç çığlıklarına boğuluyordum. Türkiye halkıyla gurur duyuyordum. Geçmiş darbelerde acı çeken, zindanlarda yıllarını tüketen, bedel ödeyen ve darbenin ne demek olduğunu evlatlarına öğreten bir avuç güzel insan, hem bu ülke hem de dünya Müslümanları size minnettardır. Bundan sonra hepimize düşen bize verilen aklı yerinde kullanmaktır.
Vesselam.

                                                                                                                Necla ARPA GÜLAÇAR