Fatma ERDEMCİ


İRADE HÜRRİYETİ VE MİHNE

İRADE HÜRRİYETİ VE MİHNE


 
İRADE HÜRRİYETİ VE MİHNE
 
“İşte böyle (Ey Peygamber) Onlara öğüt ver,
senin görevin yalnızca öğüt vermektir.
Sen onları (inanmaya) zorlayamazsın” (Ğaşiye, 21-22).
 
 
Din, eğer dayatılması gereken bir olgu olsaydı, alemlerin Rabbi olan Allah, insan oğluna irade gibi onu diğer canlılardan ayıran bir özelik vermezdi. Yüce Allah insanların bekası için gönderdiği dini insanlara cebren dikte etmemiş onlara her daim seçme hakkı tanımıştır. Nitekim irade burada önem kazanır. Neticede kişi tercihlerinin bedelini yaşayacaktır. Yüce Allah insanı aklını kullanamaya teşvik eder. Bunun için insanoğlunun yaşadığı her coğrafyaya ve her bir kavme tebliğ için peygamberler göndermiştir. Bu Peygamberlerin amacı dini dayatarak kabul ettirmek değil, aksine insanları aklî ve naklî delillerle ikna etmektir. Kur’an-ı kerimde de örneklerini gördüğümüz gibi Yüce Allah peygamberlerin görevinin dini cebren dayatıp dikte etmek değil, tebliğ etmek ve öğüt vermek olarak belirlemiştir.. Nitekim ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyurmuştur “İşte böyle (Ey Peygamber) Onlara öğüt ver, senin görevin yalnızca öğüt vermektir. Sen onları (inanmaya) zorlayamazsın” (Ğaşiye, 21-22).  Başka bir ayet-i kerimede de “Biz onların (o yeniden dirilmeyi inkar edenlerin) ne söylediklerini iyi biliyoruz. Sen onları hiçbir şekilde (inanmaya) zorlayamazsın. Ama sen yine de Benim uyarımdan korkabilecekleri bu Kur’an aracılığıyla hatırlatmada bulun”(Kâf, 45) şeklinde buyurmuş böylelikle Müslüman’ın hakkı tavsiye etme surecindeki yol haritasını belirlemiştir. Ne zaman ki Müslümanlar bu tavsiyeleri unutup toplum mühendisliğine soyunmaya kalkıştıysa ve dini dikte ettiyse, o zaman problemler ortaya çıkmıştır. Bunun örneğini hicri 216’ da başlayıp hicri 232 ‘de sona eren ‘mihne’ olayı özelinde inceleyebiliriz. Mihne, kelime anlamı itibariyle imtihan etmek, denemek, sınamak, cebren herhangi bir şeye zorlamaktır. Özel olarak kullanılışı ise Abbasi halifelerinden Me’mun’un başlatıp Mu’tasım ve Vasık’ın devam ettirdiği, Abbasi halifesi Mütevekkil’in h. 232’de başa gelmesiyle tedrici olarak sonlandırdığı halku’l- Kur’an tartışmaları bağlamında gelişen toplum mühendisliğine verilen isimdir.
Dini düşünceyi dayatmak ister fert bazında, ister toplum bazında olsun genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Hatta beraberinde kitlesel tepkiler de getirir. Mihne olayını günümüz örnekleri üzerinden değerlendirmeyi düşünüyordum, fakat kendi orijinal sahasında yürürlüğe konulurken sebebiyet verdiği mağduriyet ve tahribatlara bakınca tarihi sürece göz attıktan sonra günümüz bağlamında değerlendirmenin daha uygun olacağını düşündüm.
1.      Mihne olayının sebebiyet verdiği mağduriyetler. O gün için toplumda etkin ve yetkin olan
Ehlu’l-hadis alimlerine ve taraftarlarına kısaca halku’l- Kur’an-ı Yani Kur’an’ın yaratılmışlığını kabul etmeyen, kendi düşüncesinde ısrar eden insanlara yapılan baskılar, işkenceler, hapis cezaları, sürgünler ve her türlü bezdirme ve bıktırma politikaları. Bu uygulamalar toplumun pek çok kesiminde mağduriyetler meydana getirmişti. Özellikle Ehlu’l- hadis alimleri arasında devletten maaş alanların maaşları kesilmiş, kadılık- müderrislik görevlerinde bulunanların görevlerine son verilmiş en ilginci de onların hadis rivayet etmeleri ve hadis öğretmeleri yasaklanmıştı.
2.       Mihne’nin meydana getirdiği tahribatlar ise en çok Mu’tezili düşünce ve alimleri
Üzerinde görmek mümkün. Mutezilî alimler o güne kadar çok büyük zihinsel çabalarla meydana getirdikleri/oluşturdukları muazzam bilgi birikimi, yorum ve akıl atmosferi Halku’l- Kur’an dayatması ve mihne uygulamasında büyük tahribat gördü. Çünkü devlet eliyle dayatılan mihne fikrinin fikir balığını çoğunlukla Mu’tezili alimler yapıyordu. Her ne kadar bunun resmi devlet politikası olduğu ve Mu’tezili alimlerin de devlete taşeronluk ediyor oldukları görünse de kendilerince altında yatan dini ve ilmi hassasiyetlerde  vardı. Örneğin  İslam dininin en temel özelliği olan Allah’ın birliği yani tevhid ilkesinin bir gereği olarak ezeli ve ebedi olan Allah (c.c) olduğuna göre kelamullah’ın mahluk olmadığı söylendiğinde başka ezeli varlıkların oluşacağı ve bunun kadim varlıkların çokluğuna (taaddudu’l- kudemâ) yol açacacğı ve bunun Tevhit ilkesine halel getireceği kaygısıyla ortaya çıktı. Niyet ne olursa olsun çoğunlukla dayatmalar ters teper.  Nitekim Eashabu’l- hadise yönelik mihne uygulamalarına son veren Mütevekkil döneminde bu sefer Mu’tezile ‘ye karşı bir mihne hareketi başlamış ve Mutezili düşünce bu olaydan sonra bir daha kendine gelmeyecek şekilde kendi içine kapanarak ve düşünce sahasını adeta terk ederek tarih sahnesinden çekilmiştir.
 Günümüzde benzeri durumlarla karşılaşmıyor değiliz. Bu gün devlet eliyle dikte edilmeye çalışılan ‘kürtaj’ tartışmalarını bu bağlamda ele alabiliriz. Bir Müslüman olarak karşı olduğum  ceninin hayatının sonlandırılması tartışmalarının yaşandığı şu günlerde dikte edilerek hayat verilmeye çalışılan hakikatlerin aslında o hakikatlere inanmayanların kalplerine ve hayatlarına sirayet etmeyeceğini bilmek lazım. Bundan olsa gerek Yüce Allah inançlarımızı başkalarına dayatma yoluyla değil de insanları ikna yoluyla anlatmayı Kur’an’da ısrarla bize tavsiye eder. Başbakan’ın yaşam hakkının kutsallığından yola çıkarak gündem yaptığı yukarıdaki sorun insan hayatının kutsallığı açısından hakikaten hayati önem arz etmektedir. Bunun yanı sıra ceninin hayatının kutsallığına inanmayan ve bunu kendi mülkiyetlerine bir müdahale olarak gören insanlara dayatmak kanaatimce bir fayda sağlayamayacaktır. Bu ve benzeri konuların tepeden dayatılması üç dönem üst üste iktidar olmuş bir partiyi yıpratmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Hatta bu sadece iktidarı değil, aynı zamanda dindar toplulukları ve bireyleri de yıpratacaktır.