Fatma ERDEMCİ


KUR’AN’IN MÜ’MİNİ İNŞASI

KUR’AN’IN MÜ’MİNİ İNŞASI


 
 
KUR’AN’IN MÜ’MİNİ İNŞASI
Yüce Allah insanı hiçbir zaman rehbersiz bırakmamıştır. Hz.Adem’le başlayan insanlık tarihi aynı zamanda vahyin tarihidir. Vahiy, Hz. Adem’le başlamış ve Hz. Muhammed (s.a.v) ile son bulmuştur. Hz. Muhammed’e indirilen vahiy yani Kur’an-ı kerim, Allah’ın insana son mesajıdır ve kıymete kadar insanlara rehberlik edecektir. Hz. Adem ilk insan olduğu gibi ilk peygamberdir aynı zamanda. Yüce Allah, Hz. Ademi  yaratıp yeryüzüne gönderince ona yaşantısında rehberlik edecek suhufları da vahyetmişti. Bu vahiyle beraber insanoğlu Allah’ın emirlerinin ve yasaklarının muhattabı olmuş, böylece insanın vahyi öğrenme ve yaşama sorumluluğu da başlamıştır.
İnsan akıl ve irade sahibi bir varlık olarak Allah’ın vahyinin muhatabı olmuştur. İnsanı diğer varlıklardan ayrıcalıklı kılan şey ; bu ilkeye yani özgür bir irade ve seçme hürriyetine sahip olmasıdır.  Ne var ki özgür iradeye sahip insanlar ilahi vahye karşı farklı tavırlar sergilemişlerdir. Kimileri Allah’ın vahyini kabul ederek onun rehberliğinde hayatlarını devam ettirirken, kimileri ise Allah’ın vahyini hür iradeleri ile reddetmiş ve vahyin rehberliğinden yoksun kalmışlardır.
Kişi eğer iradesini Allah’a kulluk için kayıtsız şartsız devreye sokmaya karar vermiş ise o zaman Yüce Allah’ın emirlerinin bağlayıcılığı onun için yürürlüğe  girer, o zaman inanan birey olarak Kur’an’la dirilme zorunluluğu ortaya çıkar. İnananların ilahi vahye karşı tavrı duyduk ve itaat ettik olmalıdır. Yüce Allah Nur suresinde  ilahi vahyi kabul edenlerle etmeyenlerin, iman edenlerle etmeyenlerin ilahi mesaja karşı  farklı tavırlar sergilediklerini beyan etmiştir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onlar aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve peygambere çağrıldıklarında, bakarsın içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler.(Nur, 48)”
“Ama eğer hüküm kendi  lehlerine ise, ona, gönülden bağlı olarak saygı ile gelirler.”(Nur, 49)
“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, işittik ve itaat ettik demek , ancak Mü’minler’in söyleyeceği sözdür. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.”(Nur, 51).
İnsanın bir nur olan Kur’an’ın rehberliğinde yol alması için, Kur’an’ı bir hayat kaynağı olarak görmesi; kendini onun rehberliğine teslim etmesi zorunludur. Bu gerçekleştiğinde Bakara suresinin baş tarafında nitelikleri zikredilen Müminler ortaya çıkar. Yukarıda söz ettiğimiz Müminlerden olabilmek, yani diğer bir ifadeyle Kur’an’la dirilebilmek; Kur’an’ı  tanımak ve anlamak için gayret göstermek, çaba harcamak gerekmektedir. Yüce Rabbimiz Bakara süresinin ilk ayetinde Kur’an’ı  “Kendisinde hiçbir şekilde şüphe olmayan bu kitap ,muttakiler (sorumluk   bilincine sahip olanlar) için bir hidayet kaynağı ve yol göstericidir.”(Bakara, 2), şeklinde bize tanıtmaktadır. Kur’an’ın Allah kelamı oluşunda şüphe, tereddüt olmadığı gibi, sorumluluk bilincine sahip bireyler (muttakiler) için hidayet rehberi oluşunda da şüphe yoktur. Kur’anla yol bulmuş, Kur’anın rehberliğinde hayatını tanzim etmiş Müminlerin özellikleri Kur’an’da şu şekilde zikredilmiştir:
“O muttakiler ki, gayba inanırlar, namazı kılarlar, verdiğimiz mallardan infak ederler (zekatı verirler).”(Bakara, 3)
“Ve yine onlar sana indirilene (Kur’an) ve senden önce indirilene iman ederler ve ahirete de kesinkes inanırlar.”(Bakara, 4)
“Onlar, Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.”(Bakara 5)
Sırasıyla yukarıdaki ayetleri incelediğimizde önümüze Mü’minleri  hem dünya hem de ahiret saadetine eriştirecek bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bu karşılaşma bizi ilk vahiyle buluşturup son vahiy olan Kur’an-ı Kerim’de (İslam) meskun etmektedir. Kur’an muttakiler için bir yol göstericidir. Yani hayatlarının her alanında sorumluluk bilinci taşıyan, bütün davranışlarını Allah’ın rızasını kazanmak için bir fırsat bilen, her sözü ve her davranışı kulluk bilinciyle gerçekleştiren, takvayı (sorumluluk bilincini) sadece çok namaz kılmak, çokça oruç tutmak ya da hacca gitmekten ibaret görmeyen, ancak bütün söz ve davranışlarını takva bilinciyle Kur’an ile buluşturan inananlar için hayat rehberidir.
 Müminlerin en temel vasfı, insan kavrayış ve gözleminin dışında kalan ğayb’a şeksiz şüphesiz iman etmeleridir. Allah’ın varlığı, sıfatları, melekler, cennet- cehennem ve ahiret ile ilgili konuların hepsi bu ğayb kavramının içindedir. Vahiy müminlere böyle bir nitelik (ğayba iman) kazandırarak onları bu dünyanın dar sınırlarının içinden alarak fiziğin ötesine metafziğe götürerek engin bir alan açar önlerine. Kişi bu şekilde Allah’a varlığına iman edip insan idrakini aşan olguların varlığına inandığında ancak, Kur’an o zaman  onun için yol gösterici ve rehber olur. Burada Müminler için zikredilen ikinci vasıf ise namazı ikame etmeleridir. Namazı ikame eden müminler her türlü fahşadan, azgınlıktan uzak dururlar. Zira Kur’an-ı kerimde namaz ‘fuhşiyattan ve münkerden alıkoyan’ olarak tanıtılmaktadır. Namaz  Kur’an-i Kerim’de 70 küsur yerde zikredilir.  Kur’anla dirilen Müminlerin bir diğer vasfı ise Allah’ın kendilerine verdiklerinden infak etmeleridir. Müminler sahip oldukları her bir şeyin asıl sahibinin Allah olduğunu bilirler ve bu bilinçle sahip oldukları mallardan zekat verirler, tasaddukta bulunurlar. Müminler cömert olurlar; sahip oldukları şeyleri kardeşleriyle paylaşmaktan zevk alırlar; malı, ilmi, bilgiyi paylaşırlar. Rızık insana verilen bütün maddi ve manevi nimetleri kapsar. Allahın verdiklerinden infak etmek yeri geldiğinde malı, bilgiyi, ilmi, erdemi ve ahlak paylaşımı ve örnekliğidir.
Kur’anın temel ilkelerinden biri de, vahyin tarihsel sürekliliğidir. Bu ilke aynı zamanda itikadın temel ilkelerindendir. Hayat Kur’anın bize öğrettiği üzere bir biriyle bağımsız halkalar değil tersine  devamlı ve bütünlük arz eden bir süreçtir. Bu kanun insan tecrübesi(birikimi) ve zihni hayatı  içinde geçerlidir.
Kur’an Hz. Adem’le başlayan insanlık tarihindeki bütün müminlerin kardeş olduğunu beyan eder.
Nitekim yüce Allah sadece Hz. Muhammed’e  imandan bahsetmez.  Resululâhdan   önceki peygamberler ve kitaplara  iman etmeyi  de zorunlu kılmaktadır. Çünkü İslam kökleri ilk insana dayanan tevhit dininin son halkasıdır. Yüce Allah önceki Resullere sadece iman etmeyi emretmez aynı zamanda onlar arasında ayırım yapmadan hepsini tasdik etmeyi de emreder.
Bütün bunlar Kur’anla dirilip kurtuluşa ermenin yol işaretleridir.
 Muminûn suresinin ilk ayetlerinde de Kur’anın nuruyla aydınlanmış müminlerin nitelikleri zikredilmiştir. Bu ayetler nazil olduktan sonra Hz. Peygamberin şöyle dediğini Abdullah b. Abbas bize aktarır:
“Bana on ayet indi ki kim bu ayetlerde zikredilen niteliklere sahip ise; durumu bu ayetlere uyuyor ise o cennetlikdir” Peygamber (a.s) bunu söyledikten sonra Muminun suresinin ilk on ayetini okudu. Bu ayetlerin mealini vererek Kur’anın rehberliğinde hayatlarını tanzim eden müminlerin özelliklerine bir bakalım:
“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir”(Mü’minûn.1)
“Onlar ki, namazlarında huşu içindelerdirler”(Mü’minûn, 2)
“Onlar ki boş ve yararsız sözden(şeylerden ) yüz çevirirler” (Mü’minûn.3)
“Onlar ki zekat vazifelerini yerine getirirler”(Mü’minün.4)
“Ve onlar ki iffetlerini korurlar”(Mü’minûn.5)
“Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu(cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir”(Mü’minun, 6)
“Şu halde kim bunun ötesine gitmek isterse bunlar haddi aşan kimselerdir”(Muminûn, 7)
Yine onlar ki(o mü’minler) emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler”.(Mü’minün.8)
Ve onlar ki, namazlarına devam ederler.(Mü’minün.9)
İşte asıl bunlar varis olacaklardır(Kevser cennetin.)(Mü’minün.10)
Kurtuluşa ermek ne kadar da kulağa hoş geliyor. Ama bunu hak etmek için cehdetmek kaçınılmazdır. Yüce Allah kurtuluşa erenlerin sıfatlarını zikrettiği bu ayetlerde kurtuluşa eren müminlerin birinci vasfı olarak huşu içinde namazı kılmalarını zikretmektedir. Demek ki Müminler namazı huşu içinde kılarlar. Namazda huşuyu yakalamak için azami çaba gösterilmesi gerekmektedir. Allah resulüne namazı huşuyla kılmanın nasıl olacağını soranlara Hz. Peygamber ‘’her ikame ettiğiniz namazı sanki kıldığınız son namazmış gibi kılın’’ buyurmuştur.
    Burada kurtuluşa eren müminlerin ikinci vasfı ise; Müminlerin boş söz ve amellerden yüz çevirmeleri olduğu zikredilmektedir. Yani müminler boş işlerle uğraşmazlar. Allah rızasını kazanmaya vesile olmayan her iş ve her sözün, boş iş ve boş söz olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir. Şu da unutulmamalıdır ki Allah rızasını celbeden davranışlar sadece bazı dini ritüelleri yerine getirmek değil, aksine hayata dair ne varsa bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Bu bağlamda amacına ulaşmamış kalender ritüellerdense amacına ulaşmış zerre misali söz ve davranışlar bu ayetle daha çok örtüşmektedir, denilebilir. Yüce Allah Bakara süresinde buna güzel bir misal verir; ‘’ Güzel söz ve bağışlama arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi yoktur” (Bakara, 263). Bu güzel söz tabi ki inananın sakınması gereken kötü söz ve boş işin tam da karşısında yer alır. Aynı zamanda mü’minin boş sözden kaçınması gerektiği gibi boş işlerle bireye, topluma, insanlığa fayda getirmeyen boş işlerle uğraşmaktan da  kaçınması gerekir.
  Bugün dönüp çevremize baktığımızda  insanların vakitlerini yararsız, faydasız şeylerle heder ettikleri görülmektedir. Bu gün teknolojinin insan hayatına  getirdiği kolaylıklara rağmen katkılarından çok çaldıklarını görüyoruz. Mesela Facebook, Twitter, bilgisayar oyunları, diziler, filmler… Aman Allah’ım ne kadar da boş söz ve boş iş kuşatmış etrafımızı. Ve inananları meşgul edip hayatlarımızı işgal eden bu boş iş ve sözler gençlerimizi, çocuklarımızı hayatın gerçeklerinden uzaklaştırıp sanal hayatın, mekanik, ruhsuz benmerkezci yapay dünyasına hapsediyor. Boşlukta kaybolmuş ve yaratılış gayesini kaybeden milyonlarca insan… Ancak inanan kişi, merkeze rıza-i ilahiyi koyduğunda Allah ‘ın kendisine verdiği bütün nimetleri rıza-i ilahi için sarf eder.
  Kurtuluşu hak eden müminlerin bir diğer sıfatları ise bu ayetlerde şu şekilde zikredilmiştir:‘onlar iffetlerini korurlar’. Bu ifade müminlerin temel niteliklerinden birinin iffetli olmak olduğunu belirtmektedir. Bu konuda Allah resulünün iffetle ilgili uygulamaları ve bizatihi iffetli tavırları bizim için örneklik teşkil eder. Hz. Aişe validemiz Hz. Peygamber için “resulullah kadar iffetli ve hayalı kimse görmedim”, der. Bu konu hepimizin malumudur ki; haya kalkınca iffet insanların aranan ve özlenen bir özelliği oldu. Bu da kur’an-i kerimin yol göstericiliğinden ve arındırıcı ve onarıcı atmosferinden nekadar uzaklaştığınızı kalp sızlatıcı bir hakikat olarak gösteriyor.
   Müminin unutulmaması gereken bir başka vasfı ise emanetlerine ve ahidlerine sadık kalmalarıdır. Her şeyden önce inanan , Rabbine verdiği söze riayet etmeli. Bunun örneğini de yine en güzel haliyle rasulüllah’ta buluyoruz; Mekkede bir müşrikle buluşmak için sözleşen resulüllah (s.a.v) anlaştıkları yere gider ve bir müddet bekler , beklediği kişi o gün gelmez, Rresulullah ertesi gün yine aynı yere gider bekler sözleştiği kişi yine gelmemiştir buna rağmen Resulullah 3. gün yine gider aynı yere bir müddet bekledikten sonra Mekkeli müşrik gelir. Resulüllah’ın 3 gün üst üste beklediğini öğrenince çok mahcub olur, etkilenir bu olay üzerine iman eder. Bugün kendimize baktığımızda verdiğimiz sözlere ne kadar riayet edebiliyoruz? Hem sorumluluklarımızı yerine getirme konusunda hem de örnek olma noktasında mü’min perspektifinden bakabiliyor muyuz? Yine Resulüllah’ın hayatına göz gezdirdiğimizde sadece yetişkinlerle olan ilişkilerinde değil, çocuklarla olan ilişkilerinde de dürüstlüğe ve ahde vefaya dikkat çektiğini görmekteyiz. Bir gün resulüllah bir kadının çocuğuna “eve gelirsen sana hurma vereceğim” diye seslendiğini duyar, derhal sorar “gerçekten verecek miydin ?” diye sora.”evet” cevabını aldığında şöyle der “iyi o halde! Zira çocuklarınıza verdiğiniz sözlerden mesulsunuz.”. Aynı zamanda inanan emanete riayet ve sorumluluklarını yerine getirmekle de yükümlüdür. Resulullah ‘bir devlet başkanı yönettiği halkdan ,bir baba ailesinden , , bir anne çocuklarından, ve evinden sorumludur’ buyurmuştur.  Bu gün için olaya bakarsak bir öğretmen eğitim verdiği öğrencisinden, bir inşaat mütahiti, mimarı, mühendisi yaptığı yapıdan, bir doktor baktığı hastadan, bir tüccar malında mes’uldur ve mesuliyetini yerine getirme mecburiyetine sahiptir.
Kur’an atmosferinde sıkça muhatap olduğumuz namaz emrinin devamlılığının ve kapsayıcılığının, sorumluluğuyla karşılaşıyoruz. Bu devamlıktan kasıt namazı, istikrarlı kılmaktan bahsettiği gibi, namazın hayata yansımasını da kapsar. Bu kapsamın içine teoride ve pratikte oluşması gereken   bir devamlılıktır. Dikkat çeken bir husus da namazın zekatla zikir edilir olmasıdır. Bu temel ibadetlerin bütün peygamberlerin öğretisinde yer aldığına tanıklık ediyoruz. Bu da aynı zamanda tarih sahnesine kesintisiz ilahi mesajın evrenselliğine dikkatlerimizi çekiyor.  
Özetlersek Kur’anın rehberliğinde yol alan Mümin, bir insanın sahip olması istenen bütün güzellikleri kendinde toplamış olur. Kur’an bu yönüyle salih mümin bireyler inşa eder. Bu nitelikleri taşıyan bireylerin oluşturduğu bir toplum da erdemli bir toplum olur.