Fatma ERDEMCİ


MEZHEP ÇATIŞMALARI VE İSLÂMÎ SORUMLULUĞUMUZ

MEZHEP ÇATIŞMALARI VE İSLÂMÎ SORUMLULUĞUMUZ



MEZHEP ÇATIŞMALARI VE İSLÂMÎ SORUMLULUĞUMUZ
 
 Mezhep; bilindiği gibi tutulan yol, sahip olunan görüş gibi anlamlara gelmektedir. Hz. Peygamberin (s.a.v) vefatından kısa bir süre sonra Müslümanlar arasında cereyan eden sosyal ve siyasal analaşmazlıklar sonrasında bir çok ihtilaf ortaya çıkmış ve Haricilik, Mutezile, Şia, Murcie gibi siyasi-i’tikadi fırkalar tarih sahnesine çıkmıştır. Mezheplerin ortaya çıkışında siyasi ihtilafların rolü olabildiği gibi, nassları farklı biçimlerde yorumlama ve farklı kültürlerden yapılan tercümelerin de katkısı olmuştur. Mezhepler İslam’ın farklı yorumlarıdır ve bu yönleriyle Peygamber efendimizin buyurduğu gibi ümmet için birer rahmettirler. İslam tektir, mezhepler ise çoktur.  Bu gün Mutezileyi, Şia’yı, Eş’arilik ve Maturdilik bunlardan hangisini İslam düşünce tarihinden alıp koparırsanız o yönde bir eksilme ve eksiklik hissedilecektir.
 Kuşkusuz tarihi süreç içerisinde zaman zaman mezheplerin birbirilerine karşı hoşgörüsüz davrandıkları görülmüştür, fakat her zaman bu İslam ümmetinde parçalanmalara yol açmış ve İslam karşıtı güçlerin Müslümanlara galebe çalmalarına yol açmıştır. Bugün Sünni-Şii  karşıtlığı bağlamında ortaya çıkanları da bu kategoride  değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim
 Sünni-Şii karşıtlığının tarihi ve siyasi sebepleri bulunmaktadır.  Cemel ve Sıffin savaşları sonrasında imamet, büyük günah meselesi, kaza ve kader konuları etrafında yapılan tartışmalar ve takınılan tavırlar birbirinden farklı anlayışların ve dolayısıyla mezheplerin oluşmasını sağlamıştır. Fırkalar ve mezhepler arası çatışma ve sürtüşmelerin  tarih boyunca İslam düşüncesinde ve Müslümanlar üzerinde oluşturdukları tahribata günümüzde yenileri eklenme eğilimi görülmektedir. Irakt’a başlayan mezheb çatışmaları şimdi bütün bölgeye yayılma istidadını göstermektedir. Suriye’de yaşanan hadiseler hiç mezhep taassubuna sahip olmayan Müslümanlar için bile nerdeyse fitne unsuru teşkil edecek.
Katil Esed’i eleştiren Müslümanlar bunu Şii  düşmanlığı yapmadan zülüm kimden ve nereden geliyorsa gelsin lanetlemek ve zalime karşı tavır almak düşüncesiyle hareket etmek zorundadırlar.
Bu zulme karşı Şii-Sünni bütün Müslümanlar aynı tavrı almalıdırlar. Şer odaklarının tehlikesine karşı ve Allah rızası için Müslümanlar birbirlerini ötekileştirme yerine birbirlerine rahmet nazarıyla muamele etme anlayışını geliştirmelidirler. Şiiler ve Sünniler karşılıklı olarak birbirlerini itham edici, tahrik edici üslup ve yöntem kullanmaya devam ederlerse bunun sonucu Müslümanların felaketi olur. Günümüzde Irakta yaşanan mezhep çatışmalarına baktığımızda bu işten kimin kâr kotarma peşinde olduğunu ve kimin kazanç sağladığını açıkça görebiliriz.
Karşılıklı olarak Sünni ve Şiilerin öldürülmesi, camilerin, türbelerin, pazarların ve kalabalık yerlerin kitlesel ölümlere yol açacak şekilde bombalanması, belli bir amaç ve çıkar çerçevesinde gerçekleşmektedir.CIA’nın eski orta doğu bölge şefi Robert Baer’in bu konuda söyledikleri hayli ilginçtir: “ Sünni-Şii savaşını tetikleyelim. Biz Amerikalar niye ölelim ki; bırakalım (Sünni-Şii Müslümanlar ) birbirlerini öldürsünler”(NÜLGÜN CERAHOĞLU, Cumhuriyet 14 nisan 2012).
ABD işgalinden bu yana yaklaşık bir milyon insan hayatını kaybetti, milyonlarca insan yerlerinden- yurtlarından kaçmak, göçetmek zorunda kaldı ve yüz binlerce çocuk yetim bir o kadar kadın da dul kaldı. Elbet şu gerçeği unutmamak gerekir; mezhep, etnik ayrışmalar ve çatışmalar, sadece Irak’la sınırlı değil, olmadı da. Bugün Suriye de aynı tehlikeyle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır. Şu gerçeği de biliyoruz ki;   şer güçler Suriye’ de devredeler . Eğer Suriye’de yaşananlara acil bir çözüm bulunamazsa bu ülke korkunç mezhep ve etnik çatışmalara sahne olacak. Hatta şer güçlerin Suriye ile   yetinmeyerek bu fitne ateşini bize ve diğer bölge ülkelerine   sıçratmak istedikleri ve bunun için azami bir çaba sarf etikleri de inkar edilemez bir gerçek olarak önümüzde duruyor.  Bu fitneye katkı sağlayan her kim olursa olsun;  ümmet vahdetinden, basiret ve firaseten nasiplerini almamış bireyler oldukları göz ardı edilmeyecek bir hakikattir. Müslümanlar farklı bakış açısı ve yorum farklılığına sahip olsalar da merkeze Allah rızasını koymuş olmaları hasebiyle olaylara karşın geliştirdikleri tavırları sahip oldukları mezhep şekillendiremez; çünkü o, önemli olanın dinin temel dinamikleri olduğunu bilir. Müslümanların birbirlerini mezhepçilikle itham etmesi ya da mezhepçilik yapması ümmetin elini zayıflatmakla kalmaz, aynı zamanda şer odaklarının elini güçlendirir.
Mezhep taassubunun hortlaması İslam ümmetinin felaketi olur. Böyle bir fitne ateşini beslemenin hem dünyada hem de ahirette hesabı çok çetin olsa gerek. Hele de bunların içinde ümmet direnişinin sembolü olarak kabul edilen Lübnan Hizbullahının olması ayrıca bir zaafiyet ve dramdır. Geçen gün haberlerde izlediğim Lübnan’daki meydan gösterilerinde dikkat çekici görüntüler vardı. Nasrallah ile katil Esed’in posterleri yan yana taşınıyordu. Bu gerçekten çok üzücü bir görüntüydü. Çünkü bu hata telafi edilemez. Bu sadece Suriyeli Müslümanların kanlarının dökülmesine sebebiyet vermeyecek, aynı zamanda Lübnanlı Müslümanları da aynı fitne ateşinin içine sürükleyecektir. Bu konuda hepimize düşen ümmetin vahdeti için algı ve gerçek ayrımını iyi yapmamızdır.
 Mezhep taassubu ve ideolojik bakış açısına teslim olmama dirayetini göstermek için tarihten dersler almamız kaçınılmazdır. Örneğin; İmam İbn-i Teymiye gibi bir alim dahi Şia’ya olan tavrı dolayısıyla Yezid gibi bir zalimi savunma basiretsizliğini gösterebilmiştir. Bugün katil Esed’in yanında olanlar da mezhep taassubu ve ideolojik körlüklerinin kurbanı olarak binlerce masum çocuk, kadın ve erkeği katleden Esed’i destekleme gafleti göstererek tarihe çok bedbaht bir iz düşümü bırakacaklardır. Bugün internette okuduğum bir haber (bir vahşetin haberi) beni çok etkiledi. Bir grup Esed askeri yakaladıkları muhalif gençlere işkence yapıyorlar.  İşkencenin değişik biçimlerini sırayla deniyorlar. Diğer taraftan  şiddet ve vahşetin görüntülerini  kaydetmeyi de ihmal etmiyorlar!. Düşünüyorum Allah’ım bu ne kin, bu ne nefret! yerde yatan gençleri dövmekten yorgun düştükleri halde öldüresiye vuruyorlar. Görüntüler gerçekten dehşet vericiydi. Neydi bu insanları bu hale getiren şey? Ne kadar acı ve düşündürücü bir kare…  Acaba yerde dayak yemekten baygın düşmüş şekilde yatan gençlere mi acımalı?  yoksa orada  öfkeden kendinden geçmiş bir biçimde dayak atan ve kendi insanını öldüresiye döven kişilere mi ? Doğrusu bilemedim. En dramatik olan şu veyahut bu gerekçeyle buna onay veren ve destek sağlayan, kendine Müslüman’ım diyen Müslüman’ın halidir.  İslamî sorumluluğumuz ümmetin vahdetini koruma yönünde bir söylem ve tavır geliştirmemizi gerektirmektedir.